Geçtiğimiz hafta facebook’ta Yusuf Darıyerli’nin paylaştığı bir videoya rastladım.
Video çeviri altyazı ile Youtube’da Çeviri Konuşmalarkanalında yayınlanmış. Çeviriyi, Belit Sak yapmış. Kanal çok güzel konuşmalar içeriyor.. Kanal yöneticileri İlker Kocael ve Gülener Kırnalı imiş. Kanalı mutlaka takip edin. İlker Kocael Bey’e ulaşıp yayın izni istedim.. Kullanmama izin verdiği için teşekkür ediyorum.
Videodaki hatun kişi Meksikalı bir sanat eleştirmeni olan Avelina Lésper, benim de fazlaca takıldığım ve orjinaline (contamporary art) dilim dönmediğinden kendimce “conta sanat” dediğim, çağdaş sanat meselesini kurcalayan; tabiri caizse çomak sokan bir hatun kişi.
Hakkında Vikipedia’da bulduğum minik biyografiyi aşağıda okuyabilirsiniz..
Avelina Lésper
Meksika’lı bir yazar, sanat tarihçisi ve sanat eleştirmeni. Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi’nde yazarlık ve Polonya’da Lodz Politeknik Üniversitesi’nde sanat tarihi okumuş. Çağdaş Sanatın Dolandırıcılığı isimli bir kitabı var. Günümüz çağdaş sanatının çöp olduğunu ve çağdaş sanatın krizde olduğunu savunuyor. Çeşitli kültür dergilerinde makaleler yazıyor. 2009’dan beri Meksiko Millennium gazetesinin kültür ekinde “Casta Diva” adlı sütun hazırlıyor ve 2014’ten beri “Dispara Margot” isimli radyo programına katkı yapıyormuş.
Videoyu üç dert kez izledim. Benim de düşündüğüm ve benimsediğim şeyleri anlatıyordu. Seyretmekten sıkıldım ve konuşmayı daha iyi anlayabilmek için okumak istedim. Üşenmedim, videoyu kare kare izleyerek, metin belgesine dönüştürdüm.
Videoyu izlemek isterseniz bağlantısı burada..
Sanata ilgi duyan herkesin de okuması ve sindirmesi gerektiğini düşündüğüm metni ise aşağıda..
Çağdaş sanat bir kandırmacadan mı ibaret?
Dal parçaları, ısırılmış bir ekmek, yanmayan bir ampul. Tüm bu nesnelerin sanatsal bir değeri var mı, yoksa büyük bir kandırmacanın mı içindeyiz?
Röportör: Herkesin sorduğu asıl soruyla başlamak istiyorum. Sanat nedir?
Lésper: Sanat insan aklının, yeteneğinin ve duyarlılığının bir ürünüdür. Sanat her şeyden önce bir yaratımdır. Sanatçı, sanat yaratmak, çalışmasına odaklanmak için hiçlikten, sıfırdan ya da küçücük bir fikirden yola çıkar. Çalışmak; sadece sanat üretmek için çalışmak farklıdır. Sanat üretme sürecinde, iletişim kurabilecek, başkalarının duygularına ortak olabilecek bir obje yaratmaya dair bir istek vardır. Yani bu bana ait bir tanım.
Aristoteles sanatın mantığa dayalı bir üretim süreci olduğunu söyler. Jung, sanatın bizi barbarlıktan kurtaracak olan şey olduğunu söyler.. İkisi de haklıdır. Çünkü Aristoteles’in dediği gibi bu mantığa dayalı üretim sürecinde bununla ne yapmak istediğini düşünürsün, bu iş ile ne anlatmak istediğini, bunu nereye taşımak istediğini düşünürsün. Örneğin; neden kelimeler yerine müziği tercih ettiğini düşünürsün.
Röportör: Fakat, ne olursa olsun, ne sanatçılar ne de başkaları için, herkese hitap eden yerleşik bir tanım var. Yekpare bir tanım yok. Eğer yekpare bir tanım yoksa nasıl?
Lésper: Çünkü, sanat tersine felsefe vasıtasıyla tanımlanıyor. Sana neyin sanat olmadığını söyleyeyim:
- Sanat, varolmak için bir bağlama ihtiyaç duyandır.
- Sanat, varolmak için bir bağlama ihtiyaç duymayandır.
- Sanat, meydana gelendir. Sanat kendi zamanının sosyopolitik koşullarının ötesine geçebilendir.
- Sanat, sanatçının kendisinden bile daha kalıcı olandır.
- Sanat, herkesin anlayabilmesi için bir açıklamaya ihtiyaç duymayandır.
Röportör: Bu durumda burada bir çelişki sözkonusu; çünkü görüşmelerimiz esnasında bir çok insan, çağdaş sanatın açıklamaya ihtiyaç duyduğunu söyledi. Yani insanlar anlamadıklarını, çünkü sanat okumadıklarını belirttiler
Lésper: Hayır, bu bir yalan. Bakın, çağdaş sanat.. İlk olarak, anladığımı şekliyle çağdaş sanat diye bir şey yoktur. Çağdaş sanat bir tarzdır, çağdaş bir tarzdır. Ben bunu VIP sanat olarak adlandırıyorum: Video, Instalasyon, Performans.. Çağdaş sanat, bir şeyleri yapmak için kullanılan bir tarzdır. Dolayısıyla, çizimi ele almanın bir yoludur, videoyu ele elmanın bir yoludur, performansı, herhangi bir medyumu ele almanın bir yoludur.
Bir örnek vermem gerekirse: Siz de sinemayla ilgileniyorsunuz, çok net anlayabilirsiniz.. Siz bir film yapmak için prodüksüyonla ilgileniyorsunuz, ışıklandırmayla ilgileniyorsunuz, kadrajla ilgileniyorsunuz. Her detay önemli..Eğer bir çağdaş bir video art yapacaksanız kameranın iyi odaklanmış olması önemli değil, dizgenin absürt olması önemli değil, çekimin kalitesiz olması önemli değil, yirmi dakika boyunca yerleri süpüren bir kadını gösteriyor olmanız önemli değil. İşte o zaman bunun aslında bir tarz, bir tavır olduğunu anlıyorsunuz. Bir film ile böyle bir videoyu yan yana koyduğunuzda, video art teknik ya da kavramsal olarak güçlü duramıyor; fakat film durabiliyor.. Ve diyorlar ki; Ama bu sinema, bu bir kısa metraj. Benimkisi video art. Dolayısıyla, çağdaş tarzın asıl meselesi dolaysız olması, anlık duruma odaklanması, konu ve kanona bağlı olmaması..
Kanon: (Felsefe); belli bir alanda geçerli olan kural ve ilkelerin toplamı. (Edebiyat); kelime varlığıyla kural’ı ifade etmekte.. Edebî kanon, okunması gereken en iyi eserler listesini ifade eder. Laurent Mignon ise kanonu şu şekilde tanımlar: Bazı insanların, belli bir dönemde, belli nedenlerden dolayı, belli amaçlarla içeriklerini geliştirdikleri kavramlardır. (Müzik); eşit aralıklarla ilerleyen ama birlikte değil de birbiri ardınca duyulan iki ya da daha çok sesin birbirine kesin ve sürekli bir biçimde öykünmesiyle oluşan bütün.
Röportör: O halde bu, bir nevi istediğin her şeyi yapabilmeni sağlayan bir izin mi?
Lésper: Kesinlikle… Bunu zaten Duchamp, Kosuth, Donald Judd söyledi. Sanat, sanatçının sanat olarak belirlediği şeydir.
Röportör: O zaman, bu şu anlama mı geliyor, insanlar bilmedikleri için mi anlamıyorlar?
Lésper: Hayır. İnsanlar anlamıyorlar; çünkü bu sanat değil. Durum bundan ibaret. Eğer sanatta bir aracıdan bahsediyorsak, eseri açıklayan, sanatçının niyetlerinin neler olduğunu, neden bahsettiğini ya da neyi yapamayacağını anlatan.. Bir sanat eserinin karşısında değiliz demektir; nitekim sanat aracıya ihtiyaç duymaz. Tamamen akademi anlayışının ve piyasanın ürünü olan bir eserle karşı karşıyayız demektir. Bu şekilde düşünen insanlar çok az. Vargas Llola’nın bir kitabı var, Antonio Munoz Molina’nın bazı yazıları var. Fakat genel olarak akademi, sanatçılar ve piyasa, her türlü objeyi sanat eseri olarak tasdik ediyorlar; çünkü bu muazzam bir pazarlama aracı haline gelmiş durumda. Hiç bir değeri olmayan, sahte bir değer biçilmiş olan, ne estetik ne de teorik bir dayanağı olmayan objeleri satmak üzerine kurulmuş bir sistem bu.. Nitekim, bu retorik sayesinde sanat adı altında satılabiliyorlar.
Röportör: Büyük bir sahtekarlıkla karşı karşıyayız. Sahte bir sanat dünyası yaratıyoruz.
Lésper: Aynen. Bu devasa ticareti ayakta tutmak için, elbette.
Röportör: Peki sanatçılar içinde….
Lésper: Büyük çoğunluğu sahte, evet.. Gabrial Orozco sahte bir sanatçı, aynı şekilde Damien Hirst, Jeff Koons, Murakami (Takashi), Teresa Margolles.. Bu isimlerin hiçbiri sanatçı değil ve bunu ben söylemiyorum. Eserleri ortada..
Röportör: Örneğin, Kurimanzutto (galeri) ile röportaj yapmıştık…
Lésper: Orası bir işletme.. Gabriel Orozzo o galerinin ortağı, ne demelerini bekliyorsunuz? Ortağım bir sahtekar mı diyecekler?…
Röportör: Peki, günümüzün Leonardo Da Vinci’si kim diye sorarsak?
Lésper: Öyle biri yok.
Röportör: Gabriel Orozco mesela?..
Lésper: Ha ha ha… Ne saçma.. Bu yalanları nedeniyle dava edilmeleri gerekir.. Söylediğini şey gerçekten çok saçma.. Korkunç, biliyorum, ben buna korkunç diyorum..
Röportör: Yine de örneğin bir Leonardo, bir dahi yok mu?
Lésper: Bakın, son dahi, artık aramızda olmayan Lucian Freud’du. Bunu böyle kabul edelim, artık yaşamayan son itibarlı kişi, Lucian Freud’du. Gabriel Orozco bir palyaço, Eserlerini görmediniz mi? Her şeyden ziyade sempatik olmak istiyor.. Görsel şakalar yapıyor. Tıpkı Gabriel Kuri’nin Superama fişleriyle yaptığı görsel şakalar gibi veya Abrahan Cruzvillegas’ın patenleri ve kırık oyuncakları ile yaptığı işler gibi. Herkes sempati kazanmanın peşinde. Herkes görsel şakalar yapmanın ve aynı zamanda genç görünmenin peşinde.. Ama evet, eserleri böyle, sanki bir delikanlıymış gibi.. Hele ki Abrahan Cruzvillegas, patenlerini ve takunyalarını takıyor, sanki bir ergenmiş gibi..
Röportör: Pekala.. Madem öyle, örneğin Guggenheim neden onu bir dahi olarak değerlendiriyor?
Lésper: Ben onu bir dahi olarak değerlendirmiyorum, onu sistemin bir sanatçısı olarak görüyorum. Dahi figürü bu kişiler yüzünden yerle bir edilmiş durumda.. Bizim tanıdığımız şekliyle dahi sanatçı, Rönesans’ın bir ürünü olan ve 18. yüzyıla tanrılaştırılma noktasına gelen sanatçı figürünü yıkma görevini üstlendi bu kişiler.. Neden? Herkesin sanatçı olduğunu söyleyebilmek için.. Dahi figürünün nasıl yıkılacağına dair upuzun metinler mevcut, veya bunu tahsis yoluyla nasıl başardıklarına dair. Artık eser sahipliği diye bir şey yok. Böylelikle herhangi bir kişi bir başkasının eserini çalabilir ki, Duchamp’ın Mona Lisa kopyasına sakal bıyık eklediği barbarca hareketi de buna örnektir. Eserin hiç bir değeri yoktu, nitekim basit bir röprodüksüyondan ibaretti; fakat ona bıyık ekleyerek kendine mal etti. Dolayısıyla dahi figürü artık yok. Tam da bugün, her türlü vasat, banal veya yüzeysel gösterge sanat olarak adlandırılabilir.
Röportör: O halde mesele aslında nasıl adlandırdığımız..
Lésper: Kesinlikle, bu sanat olarak mezat. Şimdi Guggenheim, Gabriel Orozco’yu sergiliyorsa bunun sebebi onu dahi olarak görmesi değildir. Bunun sebebi, onu sistemin bir parçası olarak kabul etmesidir. Her türlü şeyi sanat diye satabilen bir sistem. Bu durumda yeri geliyor, çöp sergiliyor. Boş şişeler var, çiğnenmiş sakızlar var.. Hepsi orada. Zekice, mantığa dayalı bir yaratımın sonucu olarak tanımlanabilecek hiç bir şey yok.
Röportör: Ama örneğin bahsettiğiniz bir başka isim, Damien Hırst, o sanatçı değil mi?
Lésper: Tabi ki sanatçı değil. Noktalardan oluşan resimlerini gördünüz mü? Üstelik bunların hepsini bir fabrikada üretiyor.. Hiç bir şey yapmıyor. Eserlerinden birini bile kendi yapmıyor. Damien Hirst, İngiltere’de çizim bile yapamayan öğrencileri kabul eden yegane okulda okudu. Çizmeyi bilmiyor, son resimlerini gördünüz mü? Francis Bacon’u taklit etmeye çalışıyor. Resimlerinden adamın kompozisyon bile bilmediği açıkça anlaşılıyor.
Röportör: Yine de en çok tanınan sanatçı..
Lésper: Elbette, çünkü bu sistem herhangibirinin sanatçı olmasına müsaade ediyor.. Çünkü, bu sistem herhangibir objenin sanat eseri olarak kataloglanmasına müsaade ediyor. Çünkü her şey iki unsura göre değerlendiriliyor: Sayılar, yani fiyatı ve kelimeler (alıntılar).. Galeriye herhangi bir şey koyabilirsin ve altına Baudrillard’dan, Michaud’dan veya Benjamin’den bir alıntı yazarak değerini artırabilirsin.. Bu şekilde değerlenmiş olur. Bir sayıyla… Birilerini çağırırsın, sana değerini söyler ve istediğin fiyatı yazarsın. Eserlerin istediğin değere sahip olabilir. Bu nedenle eserlerin değeri farazidir. Bir çok durumda sadece bir sertifika verirler, eserin kendini bile teslim etmezler.
Röportör: Eğer sahte bir sanattan ve sahte sanatçılardan söz ediyorsak, esasında bunlar bir hiç için imal ediliyorlar gibi; sanki bir mafya..
Lésper: Bu bir mafya.. Ve büyük bir sahtekarlık. Öyle bir mafya ki, size kimlerin dahil olduğunu söyleyeyim: Akademi buna dahil, kültürel kurumlar buna dahil, eğitim kurumları buna dahil, müzeler, galeriler ve müzayede evleri buna dahil. Bunlar küratörlere iş veren kurumlar.. MUAC (Çağdaş Sanat Üniversitesi Müzesi, Meksika) baş küratörü Cuauhtemoc Medina. Teresa Morgolles’in işlerini değerlendiren kişi bu. Lütfen Teresa Morgolles’in yaptığı barbarlıklara bakarmısınız. İnsanlarla yüzsüzce alay ediyorlar ve bunun sanat olduğunu söylüyorlar.
Röportör: Bunun sanat olmadığını söylediğinizde de savunmaya geçiliyor..
Lésper: Tabii ki, düşün.. Cuauhtemoc Medina, doktora tezini Fluxus hakkında yaptı. Sanki karaoke yapıyormuş gibi yaptı. Fluxus on yıl sürmüş bir sanat akımıdır.
Fluxus Akımı: 1960’ların başında önceleri müzikle başlayıp diğer sanat dallarını da etkileyen, New York‘ta ortaya çıkmış sanat hareketidir. Latince “akmak” anlamındaki sözcük, ABD’li sanatçı George Maciunas tarafından John Cage ve çevresindeki sanatçı ve müzisyenleri tanımlamak için kullanılmış uluslararası avangart bir gruba verilen addır. Fluxus; görsel sanatlar, müzik, edebiyat, mimari ve tasarım alanlarında etkili olmuş, daha önce ortaya çıkan estetik akımları birleştirerek yeniden yorumlamıştır. Tüm sanat akımlarında olduğu gibi fluxusun da genel bir tanımı ve kabul görmüş somut bir ifade şekli yoktur. Sanat karşıtı anlayışla yola çıkan fluxus sanatçıları, çalışmalarında ellerindeki tüm malzemeyi kullanmışlardır. Fluxusun manifestosunu yazan George Maciunas, hareketi tanımlarken “Somutluk ve gürültü fikrini fütürizm ve Russolo’dan aldık. Hazır nesne fikrini Marcel Duchamp’tan, kolaj fikrini Dadaistlerden.. Bunların hepsi John Cage’le sonuçlandı.” diyerek hazır nesneyi hazır eyleme dönüştürdüğünü söylemiştir.
Röportör: O zaman aslında mekanı çalıyoruz..
Lésper: Kesinlikle.. Ve şunu görebilirsiniz, örneğin Arturo Riviera Meksika’da on yıldır sergi yapmıyor. Müzelere giremeyen ne kadar çok ressamı n olduğunu görebilirsiniz. Müzelerin dışında kalmış yüzlerce çok yetenekli çizer bulabilirsiniz.
Çünkü kimler müzelerin içinde? Superama fişleriyle Gabriel Kuri ve benzeri tarz insanlar. Eduardo Abaro var. Tamayo Müzesi’ndeki yeni kaldırılan müzeye bakın. Bu sergide Gabriel Orozco’nun sergilediği “SOL” marka biranın tabelası sanki Siquarios’un fresklerine bir alternatif gibi sunulmuştu.
Röportör: O halde bir zarar verme durumu?
Lésper: Sadece sanat zarara uğramıyor. Aynı zamanda çok tehlikeli bir durum oluşuyor: İnsan aklı zarara uğruyor.
Röportör: O zaman sanatın geleceğinde ne olacak?
Lésper: Bu vaziyet ortık sona eriyor. Yaratım olmaya devam edecek; çünkü yaratmak bir ihtiyaçtır. Bu insanlar yaratmaya ihtiyaç duymuyorlar. Eğer eserlere bakarsan, on dakikada yapılmışlar, herhangi bir ihtiyaçtan bahsedemeyiz. Yaratmak çok fazla zaman alır. Yaratmak asla bitmeyen bir yoldur. Esasen sanatçılar okuldan mezun olduktan sonra öğrenmeye başlarlar. Yaratımlarıyla karşı karşıya gelmeye başlarlar, bir dil aramaya başlarlar, sanatsal olarak ne yapacaklarını aramaya ihtiyaç duyarlar. Sanatçı bunların farkına okulu bitirdikten sonra varır.. Ancak daha okuldayken öğrenciler ellerine cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili bir kağıtla geliyorlarsa, avluya idrarlarını yapıyorlarsa ve bu sınav yerine geçiyorsa; bu söylediğin gerçek bu arada.. La Esmeralda’da (Meksika’da bir sanat okulu) gerçekleşti. Ve evet, eğer öğretmenler bunu sınav olarak kabul ediyor ve dersten geçiriyorlarsa bir sanatçı olabilmek için nasıl bir çaba göstermeleri gerekiyor? Hiç.
Röportör: O zaman neden sanatçı olmak istiyorlar?
Lésper: Çünkü sanatçı olmak için hiç bir çaba gerekmiyor. Ve oldukça itibarlı bir iş, bu çok iyi bir ticaret.. Bir bilim insanı olmanın ne demek olduğuna bir bakın. Bilim yapmanın ne olduğuna bakın. Yıllar boyu süren bir eğitim, ve aynı zamanda kendi başarısızlıklarınızla yüzleşmeniz.. Sanatta olduğu gibi.. Sanatta söylenir ki; bir sürü kötü şey üretirsiniz, aralıksız çalışmanız gerekir. Bu çocuklar daha okula girdikleri andan itibaren sanatçı oluyorlar. Daha o anda kendilerini sanatçı olarak görüyorlar. Yaptıkları eserler arasında bir hiyerarşi yok. Bunu size Cuauhtemoc Medina söyleyebilir; çünkü o eserler arasında bir değer hiyerarşisi olmadığını savunuyor. Eğer bir değer hiyerarşisi yoksa, o zaman eğitime de gerek yok..
Röportör: Eğer bir hiyerarşi yoksa, sanat eseri doğduğu andan itibaren bir sanat eseriyse ve kimin, nasılın önemi yoksa, nasıl oluyor da buna fiyat biçilebiliyor?
Lésper: Çünkü fiyat kurmaca.. Piyasanın keyfine göre belirleniyor. Tamamen kurmaca.. Örnek olarak Zonamaco’da (Meksika’da bir sanat fuarı) başıma geleni anlatayım:
Galerinin bir köşesine dayanmış bazı dallar vardı.. Oradaki dalların fiyatını sordum. Bana dediler ki:
“-Değişir”.
“-Neye göre” dedim.
“-Dalları koyacağınız alana göre değişir” dediler.
“-Pekala” dedim, amacım yaklaşık bir fiyat almak..
“-Yaklaşık iki metrelik bir alan” dedim.
“-40.000 EU” dedi.
“-Peki , nasıl yapalım? Buradaki dalları mı alayım?”
“-Hayır, ben size dalları iki metrelik bir alana yerleştireceğinizi ve buna izniniz olduğunu belirten bir sertifika hazırlayacağım ve sanatçı onayı da yer alacak..”
Sattıkları sanat değil..
Röportör: Mesele de bu, ben de sokakta istediğimi satabilirim; fakat kim satın alacak? Bu ticaret. Bunları satın almak isteyen insanlar var..
Lésper: Kesinlikle.. Bu muazzam bir şekilde kara paranın aklandığı bir ticaret. Çünkü 40 bin Euro’ya bir kaç dal satın alırsın, satın aldığın andan itibaren onlar senindir. Bu dalları yeniden değerlendirme imkanına ve hakkına sahipsin.
Röportör: Ama onları siz koymadınız..
Lésper: Kesinlikle; fakat buna gerek yok. Bir sertifika yeterli.. Böylece bu dalları artık 45 bin Euro’ya satabilirsin.
Röportör: Bu süreçte de insanları, çağdaş sanatı anlamadıklarına inandırıyorlar.. Bu sayede insanlar eleştiremiyorlar..
Lésper: Evet, kesinlikle.. Bir diktatörün istediği şey nedir? Eleştiriyi susturmak.. Toplumlar eleştiriyi bıraktıklarında komformist bir topluma dönüşürler ve manipüle edilebilir hale gelirler.. Sanat da tabi.. Çağdaş sanat, akademi, bizi uzaklaştırma biçimleri.. Bu bir diktatörlük sistemi. İnsanları manipüle edebilmek ve her türlü objeyi sanat olarak satabilmek için, içi boşaltılmış bir eleştiri yaratıyorlar. Ve bu objelere didediğiniz miktarda değer biçilebiliyor. Üstelik biçilen bu fiyata karşı da çıkamıyorsun.
Komformist: Uyumcu
Akademi nedir? Akademi sana pazarlama yollarını öğretir. Bir küratör, her şeyden önce büyük bir pazarlamacıdır. Sana satış yapmayı öğretir. Bunu Art Basel’de görebilirsiniz (İsviçre’deki uluslararası sanat fuarı). Gittiğinde galerici sana eserin hangi müzede sergilendiğini açıklar, akademisyenlerin eserle ilgili nasıl yorumlarda bulunduğunu anlatır. Sonunda karşılaştığınız şey, üzerine ışık tutulmuş bir sandalyeyi satabilmek için yapılan pazarlamadır. Buradaki argüman, güzellikle veya akıllla ilgili değildir, eserin sana bir şey ifade edip etmemesi değildir.. Aslında bunu aramıyor muyuz? Müzik dinlediğimizde beklediğimiz bu değil mi? Bir kareografi (dans) izlediğimizde beklediğimiz budur; veya bir kitap okuduğumuzda.. Bizim için bir şey ifade etmesi.
Görünen o ki; sanatta artık ne bunun gibi beklentilerimiz, ne de estetik bir deneyim beklentimiz olmalı.. Sanatta estetik deneyim sona erdi. Peki bunun arkasında ne yatıyor? Bir sürü retorik, bir sürü akademik tartışma yatmakta.. Satıcının ve küratörün yaptığı, bunu kabul etmen için tüm bunları sunmak. Şayet sorgulayıcı bir karaktere sahipsen ve bu söylediklerinin hiçbirini görmüyorum diyorsan; anlamıyorsundur.. Eğer beğenmiyorsan anlamadığın içindir..
Retorik: Belagat, güzel ve etkili söz söyleme sanatı. Sözle kandırma kudreti.
Röportör: Evet insanlar anlamadıklarını söylediklerinde, genelde cevap olarak bunu okumaları ve araştırmaları gerektiği söylenir..
Lésper: Kesinlikle. Müzeye girmek için bir sanat diplomanızın olması mı gerekiyor? Müzelerin amacı teoride, hepimizin bu deneyimi yaşayabilmesi değil mi?
Röportör: Aynen.. Bu deneyimi ortadan kaldırırsanız geriye ne kalır?
Lésper: Artık estetik deneyim diye bir şey yok. Bu insanların yaptıkları tam olarak bu. Estetik deneyimi ortadan kaldırmak. Bu çok ciddi bir durum.
Röportör: Bir kriz soz konusu..
Lésper: Elbette, bu bir kriz. Amaçları eserlerin arkasında uzun bir retorik olması.. Bakın, eserlerin değeri görsel özellikleriyle ilgili olmaktan çıktı. Artık değerleri sözsel özelliklerinden ileri geliyor. Eserlerin değerini görmüyorsun, sana bunu söylemeleri gerekiyor. Bu bir sorun, bu sanatın dolduramayacağı bir boşluk. Bu boşluğu retorik ile dolduruyorlar..
Röportör: Peki krizde olan nedir? Yaratıcılık mı?
Lésper: Hayır, bir sürü yaratıcı insan var. Müzelerin, akademinin, galerilerin dışında kalan bir sürü çok parlak insan var. Şu anda kriz durumunda olan, bu çağdaş tarz.. Sanat olmayanı sanatmış gibi adlandırmaya çalışıyor. Şu anda bir krizdeler; çünkü bunun büyük, çok büyük bir sahtekarlık olduğunun farkına varmaya başladık. Muazzam bir kandırmaca, bu çok pahalı ve lüks objelerin satılabildiği ticaret ağını sürdürebilmek için. İnanılmaz bir durum, üstelik objenin gerçekte var olmasına bile gerek olmadan. Bu, sanat pazarlama dünyasının rüyası..
Esasında, pazarlamada zorunlu olarak sana obje gösterilir ve açıklanır. Bakın işte bu otomobili satın alın, özellikleri ve nitelikleri işte bunlardır. Bu sebeple bunu satın alın denir. Pazarlamanın bile özünü aşan bir durumla karşı karşıyayız. Obje (sanat eseri) gerçekten mevcut bile değil. Eserin değeri söze dayalı, kontrol etmek zorunda bile değilsiniz..
Röportör: Tüm bunlar çok seçkinci..
Lésper: Elbette.. Bakın Meksika’da vaziyet ne hale geldi.. Eguenio Lopez satın almaya başladı ve herkes bütün önemli insanların sanatla alakası olmayan bu saçmalıkları satın aldığını düşündüler. Akın akın geldiler ve yeni tüketim çılgınlaığı sepetlerini bu çeşit objelerle doldurmaya başladılar..
Eugenio Lopez: Jumex meyve suyu servetinin tek varisi olan Eugenio López Alonso, Fundación Jumex Arte Contemporáneo’nun başkanı ve çağdaş bir sanat koleksiyoncusudur. Çağdaş sanat pratiğinin tanıtımına ve gelişimini teşvik etmeye odaklanarak 1990’ların sonlarından beri Meksika’da çağdaş sanat koleksiyonculuğu alanında çalıştı. 2001’de babası Eugenio López Rodea tarafından kurulan Grupo Jumex’ten destek alan ve kar amacı gütmeyen bir kurum olan Fundación Jumex’i kurdu. Meksika’da Museo Tamayo Arte Contemporáneo , Museo de Arte Moderno ve Patronato de Arte Contemporáneo (PAC) gibi diğer kurumların mütevelli heyeti üyesidir. (Vikipedia)
Röportör: Bu objeler günün birinde değer kaybedecekler mi?
Lésper: Eugenio Lopez’in koleksiyonu her geçen gün değer kaybediyor. Her geçen gün değeri azalıyor. Damien Hirst’in eserlerinin değeri gittikçe azalıyor, zaten bu yüzden bir krizin içindeler. Yarattıkları bu piyaza artık sona yaklaşıyor. Çünkü eser sahipliğini ortadan kaldırdılar. O kadar çok miktarda obje üretiyorlar ve bu objelerin üretimi de o kadar kolay ki; bu durum arz-talep dengesini altüst ediyor. Çünkü muazzam bir imkan mevcut. Zira eskiden resim yapmayı öğrenmek gerekirdi, astar hazırlamayı öğrenmek gerekirdi, glaze yapmayı öğrenmek gerekirdi. Keza, kompozisyon öğrenmek gerekirdi. Hayatı boyunca kompozisyonun ne olduğunu öğrenmeden ölmüş ressamlar var. Bu çok zor bir süreç..
Glaze: şeffaf boya katmanı
Şimdi herhangi biri gelip kirli kıyafetini astığında buna sanat diyebiliyorsan durumu sen tahayyül et. Sanat piyasası tarihinde hiç bir zaman ortalıkta bu denli fazla eser ve sanatçı bulunmamıştır. Asla böyle bir durum yaşanmamıştır.
Röportör: Peki.. Durumu eski haline getirmek için sizin çözüm öneriniz ne olabilir?
Lésper: Bakın, çözüm için, ilk olarak gerçekleri açıkça söylemeyi öğrenmelisin. Cesur bir şekilde, müzelerde gördüğümüz şeylerin sanat olmadığını söylemeyi öğrenmelisin. Bu şeylerin bize hiç bir estetik deneyim kazandırmadığını söylemelisin.. Müzelerdeki ve galerilerdeki.. Çünkü müzeler esasında galeriler için çalışıyor.. Eğer insanlar vaziyeti açığa vurmaya başlarlarsa -ben bunu sorgulayıcı ruhumuzu geri kazanmak olarak yorumluyorum- eğer sorgulayıcı ruhlarını geri kazanırlarsa ve düşündüklerini açıkça ifade etmeye başlarlarsa ve şu anlamıyorum kelimesini bir kenara bırakırlarsa – çünkü mesele anlamamak değil. Çünkü Gabriel Orozco’nun eserlerinde anlayacak hiç bir şey yok. Gabriel Kuri’nin eserlerinde anlayacak hiç bir şey yok. Onların ardından gelenlerin de eserlerinde anlamaya dayalı bir durum yok.
Eğer insanlar bunu dile getirirlerse, bu dikkate alınacak çünkü; bunun etkileri ilk piyasada ortaya çıkacak. Onları en çok para söz konusu olduğunda yaralayabilirsiniz. Zira, tüm bunların arkasındaki itici güç, aklınıza gelebilecek en bayağı şey: para. Sadece para.. Ne bir sürü küratörün sürekli bahsedip durduğu felsefi amaçlar ne bir sürü sanatçının icat ettiği o diğer felsefi amaçlar; ne de varoluşçuluktan sonraki tüm o uyduruk hikayeler.. Bunların hiç biri değil. Tüm bunların arkasındaki yegane şey piyasa ve para. Gerçek bir değeri olmayan lüks objeler ve sundukları kurgusal ürünlerin arkasında yatan budur..
Buradaki tehlike şu ki, insan aklının ve yaratıcılığını, tüm bu çöp yığınının içine sokup heba ediyoruz. Asıl tehlike bu. Bu bizi şaşırtmamalı.. Piyasa koca koca ülkeleri mahvetti. Şu anda Avrupa’da gördüğümüz gibi; piyasa insanların sağlığını mahvediyor, ekolojiyi mahvediyor.. Neden insan aklını da mahvetmesin ki? Neden sanat camiasını mahvetmesin ki? Neden sanatı da yoldan çıkartmasın? Ki zaten bunun bir azınlığa ait olduğu söyleniyordu. Çok açık ki, bu işin arkasında da bu var..
Bu nedenle, yapılması gereken ilk şey; bunun sanat olmadığını söylemek. Yapılması gereken ikinci şey ise, gerçekten yaratıcı ve yetenekli insanların üretmeye devam etmesi.. Çizmeyi, kompozisyonu, malzemeyi kullanmayı öğrenmesi, yaratmayı ve eserini savunmayı öğrenmesi.. İzlenecek tek yol bu. Akademiyi ve eleştirmenleri boş versinler. Dünya kadar, satın alınmış, sahte insan var. Çözüm sanatçılarda ve bizzat izleyicide yatıyor.
Biliyor musunuz.. Yaratmak dediğimiz şeyin duygularla çok ilgisi vardır. Yaratmak çok acı çekmektir ve yaratmak çok haz duymaktır.
Şimdi şu durumda nasıl bir hazdan söz edebiliriz? Biri geliyor, hırdavatçıdan neon ışıklar alıyor ve bunları asıyor.
Yani… Ne yapıyorsunuz? Üstüne üstlük herhangi bir şekilde tartışmaya da açamazsın.
Mesela artık şöyle de diyebiliriz, bir hocanın bana iddia ettiği gibi.. İnanılmaz..
“-Bakın karıştırıyorsunuz, bu bir masa değil. Bu dört ayaklı bir aygıt”
Öğrencilerle öğretmen bunu benimle karşıt fikirde olmak için söylüyorlar..
“-Ah, karıştırıyorsunuz, bu dört ayaklı bir aygıt.”
Dedim ki: “-Görüyorsunuz çocuklar, hocalarınız sağolsun, buna artık sanat diyebiliriz..”
Hocalarının söylediği yalan. Ona göre, galerideki bu obje, dört ayaklı bir aygıt, masa değil.
Tanrının rolüne soyunmaya cesaret etti sanatçı, insanı baştan yaratmak istedi, ama kalem ve kader aynı şey miydi ki?kaderini yazmak kaderi miydi bilemedi..