1 Gün | 18/03/2007
Peru’daki ilk durağımız başkent Lima. 28 milyonluk ülkede 8 milyon bu şehirde yaşıyor. Lima’ya Turkiye’den ulaşım Amsterdam üzerinden aktarma ile yapılabiliyor. İstanbul’dan Lima’ya varış; 3 saat 15 dakikalık Amsterdam uçuşu ve Amsterdam’dan 12 saatlik bir aktarmanın ardından 15 saat civarinda sürüyor. 12.000 km mesafe var. Uçakta Çin yemeği servisi yapıldığı için kayınvalidenin yaptığı peynirli poğaçaların bir kısmı imdadımıza yetişiyor, birazını da Amsterdam’da yemiştik. Bu arada gruptan da kuruyemişler ve pestiller dökülmeye başlıyor. Peru ile Turkiye arasında 8 saat fark var. Hepimiz ters yüz olduk doğal olarak. Neyse ki heyecanla kimse bunu önemsemiyor..
Deniz seviyesinde olan Lima, Paracas ve kısmen Nasca haricinde haricinde genel olarak gezi parkurlarımız 3000-3800 mt. arasında. Cuzco’dan itibaren akut dağ hastalığı denilen, nam-ı diğer yükseklik hastalığı riski oldukça yüksek olan bir bölgeye, biz bunu bilmeden gittik. Meğerse, bu yüksekliklere çıkıldığında ilaç ve kondisyon bakımından hazırlıklı olmak gerekirmiş. Neyseki 10 kişi olan gezi ekibimizde 4 doktor vardı da, bilgilenme ve önlemler konusunda şansımız yaver gitti.
Peru iklim olarak da, coğrafya olarak da üç bölgeye ayrılıyor. Pasifik Okyanusu boyunca uzanan kıyı şeridi subtropikal iklim nedeniyle çöllerle kaplı. Başkent Lima’nın da içinde bulunduğu bölge bu nedenle hemen hiç yağmur almıyor. Sürekli bulutlu bir gökyüzü ancak tek damla yağmur yok. Kıyı şeridinin hemen arkasında 3.000-3.800 metrelik sürekli karlı zirveleriyle And Dağları silsilesi ve onun yarattığı dağ iklimi hüküm sürüyor. İnkaların ve İnka öncesi uygarlıkların mesken tuttuğu bu bölge arkeolojik anlamda ülkenin en zengin bölgesi aynı zamanda. Peru’yu kuzeyden güneye yaran bu kütlenin hemen arkasında ise Amazon yağmur ve bulut ormanları bulunuyor. Bu şekilde doğu-batı yönünde ilerlediğinizde üç farklı iklimle karşılaşıyorsunuz.
Yaklaşık 300 yıl İspanyol sömürgesi olan Peru’nun tarih içersinde geçirdiği dönemler de birbirinden oldukça farklı. İlk insan yerleşimleri, milattan önce 10 bin yıllarından itibaren başlıyor, bu topraklarda İnka hakimiyetinden önce birbirinden bağımsız, kabile yaşamı süren birçok kültür barınıyor. İnkalar ülkenin tümünü ele geçirdiklerinde bu kültürleri yok etmeyip bugüne kadar gelmelerini sağlıyorlar. İnkalardan çok önce var olan Keçua ve Aymara dillerinin bugün hâlâ kısmen de olsa konuşuluyor olması bunun bir kanıtı.
İS 15. yy’dan 17. yy’a kadar Cuzco şehrinin çevresinde yaşayan kabilelerden biri olan İnkalar 1438 yılında İmparator Pachacuti’nin başa geçmesiyle yayılma ve ele geçirme politikalarına başlıyorlar. Yazıyı ve tekerleği keşfedememiş olmalarına rağmen, mükemmel taş işçiliği ve üst düzey matematik bilgisiyle İnkalar, çok kısa sürede Ekvator’dan Şili’ye kadar, ülkeyi baştan aşağıya yollarla donatacak yeteneğe sahipler. İnkalara ait olduğu bilinen ve o dönemin muhasebe sistemini oluşturduğu düşünülen, iplere atılan düğümlerle kullanılan sistem hala esrarını koruyor.
Ünlü İspanyol “conquistador/zaptedici, fatih” Fransisco Pizarro, efsane altın ülkesi Eldorado’yu ararken 1532 yılında 150 adamıyla beraber Peru’nun Batı kıyısına ayak basıyor. O tarihlerde ülke, İmparator Huayna Capac’ın iki oğlu Huascar ve Atahualpa arasında taht kavgasına sahne oluyor. Bu karışıklıktan yararlanmak isteyen Pizarro daha güçlü olan Atahualpa ile bir buluşma ayarlar ve İnka ordusu ile 150 İspanyol bir meydanda karşı karşıya gelirler. Bir rahip Atahualpa’ya giderek elindeki İncil’i gösterir ve “Bu Tanrının sözleridir” der. Atahualpa İncili eline alır, sallar ve sonra “Bundan hiçbir ses gelmiyor” diyerek kitabı yere atar. Bu hareket İknaların sonunu getirir, çılgına dönen İspanyollar ateşli silahlarının yardımıyla Atahualpa’yı esir alırlar. Pizarro, Atahualpa’nın içinde tutulduğu hücreyi dolduracak kadar altın getirilirse imparatoru serbest bırakacağını söyler. İknalar tapınaklarından söktükleri altınlarla odayı doldurmalarına rağmen Pizarro gene de Atahualpa’yı öldürerek, 300 yıl sürecek İspanyol sömürüsünün sürecini başlatır. 1820 yıllarında devrimci lider Simon Bolivar önderliğinde bağımsızlığına kavuşan Peru’nun o tarihten bugüne siyasi yaşamı darbelerle ve siyasi çalkantılarla dolu.
Lima şehri Francisco Pizarro tarafından ticaret şehri olması için kurulmuş. Pizarro, önce ulusal birliği yıkarak, bir kral oğluna karşı diğer kral oğlunu kullanarak tüm İnka medeniyetini klasik
“böl ve yönet” taktiği ile yokedebilmiş olması çok ilginç. Sonraları Lima büyük bir depremle alt üst olmuş çok az sayıda ev ayakta kalmış. Bu nedenle koloniyal mimariden fazla örnek görmek çok olası değil. Kalanlar çok güzel korunarak ve restorasyon geçirerek turistik binalara dönüştürülmüş.
İspanyollar İnkaları misyonerlik faaliyetleriyle kontrol etmeye çalışmışlar. Ama İspanyollara inat İnka’ların torunları Avrupa’nın diğer kiliselerinin aksine, İnkalarca kutsal sayılan güneş, ay, dağ figürlü etekli meryem, toprak ana figürlerini kiliselerde sağa sola işlemişler. Diğer bir sav da İspanyolların İnka kutsal değerlerini kiliseye katarak hristiyanığa dönen İnka sayısını arttırmak için bu yöntemi kullandıkları yönünde. Lima’daki İlginç yerlerden birisi San Francisco manastırı. Bu manastır altında 1800’lü yıllarda kulanılan şehir mezarlığı var. Yaklaşık 100,000 iskelet bulunduğunu tahmin ediyorlar. Ayrıca İspanyol talanından arta kalan altınların sergilendiği aynı zamanda bir kilise olan Altın Müzesi’de görülmesi gereken yerlerdan biri. Kilise ihtişamını ve görkemini artırmak adına bugün dahi restorasyonunu gerçek altın kullanarak yaptırıyor. Restorasyonun sponsorunun ise Avrupa menşeli bir banka olması ise ayrı bir ilginç konu.
Lima Ulusal Müzesinde, İnka öncesi ve sonrası tüm Peru uygarlıklarını görmek mümkün. İnkalar öncesi yaşamış olan Muche adlı bir uygarlığa ait eserler ilginç. Abartılı erotik figürler yanında, hastasını muayene eden doktor büyücü tasvir edilmiş. Nasca’da daha sonra göreceğimiz yeryüzüne yapılmış olan figürler kalıntıların üzerine daha o dönemlerde resmedilmiş. Yine İnka’lardan kalan dokumalar ve daha eski uygarlıklardan kalan mumyalar çok enteresan.