Machu Picchu | Peru

machu picchu

23/03/2007

And Dağlarının zirvesinde yer alan Machu Picchu 1911 yılında Amerikalı mimar Hiram Birgham tarafından tesadüf sonucu keşfediliyor. Aslında başka bir şehri arayan Bingham, kısa sürede daha önce kimsenin hatta yerlilerin bile varlığından habersiz olduğu, yeni bir keşif yaptığını anlıyor. İnkaların klasik teraslı mimari tarzıyla dağın zirvesine oturtulmuş olan kent, aslında bir bir tapınak kompleksi. Muhteşem manzarasıyla herkesi büyülen Machu Picchu hergün dünyanın dört bucağından binlerce insan tarafından geziliyor. Kent tanrılara kurban sunmak ve adak adamak amacıyla yapılmış birçok tapınaktan oluşuyor. İknalar çok önemli olan bu arazide teraslı tarım tekniğiyle yetiştirebildikleri ürünlerin (mısır, coca, patates) en yüksek kalitede olanlarını bu tapınaklarda tanrılara sunuyorlar. Bu nedenle zirvenin etekleri teras şeklinde tarlalarla kaplı. Machu Picchu aynı zamanda dağların zirvelerinden geçerek ülkeyi baştan başa kat eden İnka Kraliyet Yolu’nun da son noktası. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen yürüyüşçüler, trenden 88. kilometre adı verilen yerde inerek Machu Picchu’ya bu yoldan ulaşıyorlar.

Machu Pichu inka dilinde (aslinda Keçhua dilinde) eski dağ demek. Bir de tam karşısında Wayna Pichu var bu da yeni dağ demek. Fotoğraflarda kalıntıların arkasında görünen Wayna Picchu. Biz çok belirsiz bir havada Machu Pichu’ya tırmanmaya başlıyoruz. Yerel rehberimizin havanın sürekli değişken olabileceği ve yanımıza yağmurluklarımızı almamızı tembihlemesi biraz canımızı sıkıyor. Gökyüzü şimdilik yoğun bulutla kaplı ve kasvetli bir hava var. Tırmanacağımız en yüksek teraslar bulunduğumuz yerden 600-700 mt. yukarıda olduğunu tahmin ediyorum. Aynı zamanda dağcı olan Türk rehberimiz Güneş’de beni doğruluyor. Yükseklik hepimizin gözünü biraz korkutuyor. Peru’lu rehberimiz bize kalıntıların ortalarına kadar mihmandarlık ederek, anlatıyor ve sonra kayboluyor. Meğerse anlatılacaklar bitmiş… Bundan sonra 2 saat vaktimiz var, yerel rehberin bizi bıraktığı yerle panoramanın fotoğrafını çekmeyi gözüme kestirdiğim noktanın arasındaki dik yokuş yaklaşık 500 mt. Yukarı tırmanmak için gruptan yanıma ortak arıyorum. 3-4 kişi vazgeçip dönüyor. Cevval doktorlar, rehberimiz Güneş hemen fırlıyorlar. İlham (eşim olur kendisi) koluma asılıyor. Kendimi yoracağımdan ve yükümün ağırlığından filan bahsedip vazgeçirmeye çalışıyor. Ama başarılı olamayıp peşimize takılıyor mecburen… Yıllardır fotoğraflarını gördüğüm, çekmeyi hayal ettiğim yerdeyim. Oraya kadar gitmişim, o fotoğrafı çekmezsem kahrolurum. Yarım saat içinde 4-5 kez durup nefeslenerek sonunda kestirdiğim noktaya çıkıyoruz. Nefes nefese dinlenmeye çalışırken bulunduğumuz tüm bölgeyi kapatan bulut biraz aralanıyor. Bakıyorum ve heyecanlanıyorum, bulut daha da açılıyor ve kalıntıların bulunduğu bölgeye doğru bulutların arasından bir işik huzmesi hızla hareketediyor. Heyecanla fotoğraf çekecek herkese bağırıyorum. Tam doğru noktada nefis bir ışık kalenin tam orta noktasını aydınlatıyor. Herkesin nefesi kesilmiş durumda… Kitapçılarda gördüğümüz fotoğraflarda bile olmayan bir ışık; bazen dağı, bazen kalıntıları, bazen terasları, bazen yamaçları aydınlatıyor. Abartmadan oraya bir ışık seti kurmaya kalksam ancak bu kadar aydınlatabilirim. Heyecandan kendimi kaybediyorum, İlham’ın seslenmesiyle biraz duruyor ve seyrediyorum. Nefis bir ışık ve nefes kesen bir manzara var karşımızda…

Bulunduğumuz noktanın tam karşısında ve arkasında biraz daha yüksek (500 mt. kadar daha yüksekte) iki nokta var. Kitaplarda gördüğümüz fotoğrafların arkamızdaki noktadan çekilmiş olduklarını farkediyorum. Fakat oraya çıkmaya ne gözüm kesiyor, ne de zaman var.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

twenty + eight =