Emmi, baba yarısı; teyze, ana yarısı derler. Benim dört tane ana yarım var.. En büyüğünü; çocukluğumuzun efsanesi, ailenin muhtarını kaybettim.
Sanırım babam takmış tıağabını; Muhtar.. En büyük teyzem.. Ana yarısı değil sülaledeki tüm çocukların anası gibiydi. Evi hepimiz için efsunlu, büyülü bir yerdi. Eğlenip, şakalaşıp, fırça yediğimiz ama en rahat ettiğimiz evdi onun evi.. Küçük avlusunda oyunlar oynar, üzüm çiğnerdik çocukluğumuzda. Sonra hepimiz o tekneden dökülen şıradan sırayla içip yataklara postalanırdık. Evinin salonu koğuş gibi olurdu bağ bozumlarında, sıradan en küçüğümüzden en büyüğümüze serilen yer yataklarında fazla kıkırdadık mı önce fırça, sonra da meşhur terliği gelirdi.. Hepimiz merak ederdik; üç katlı evinin yarısı toprağın altında olan mahzenindeki sirke küplerini, ama hiçbirimizi sokmazdı çocukken. Yıllar sonra orta yaşlarıma gelince beni bir gün indirdi o mahzene. O hep merak ettiğimiz sirke küplerini yıllar sonra görüp merakımı gidermiştim. Her yıl turşu zamanı benim için; Mustafa geldiğinde götürsün diyerek mutlaka ayrı bir kavanoz sirkeli biber turşusu yapardı. Ben de gittiğimde alırdım.
Dünden beri çocukluğumda, ilk gençliğimde gezinip duruyorum. Sanki hatırlayınca geri geleceklermiş gibi nedense. Sonra hatırladım en son gidişimizde anamla birlikte fotoğraflarını çekmiştim 3-5 tane, teyzemin oğlu da vardı.. Onları aradım buldum. Epey zamandır yorgun ayacıkları vücudunu taşıyamadığı için yatıyordu. Duvarında hiç eksik etmediği Atatürk’ün fotoğrafı ve saatli maarif takvimiyle.
Tam bir cumhuriyet kadınıydı, o haldeyken bile Atatürk’e dil uzatanların lafı geçtiğinde, yerinden doğruluyor, mimikleri değişiyor ve kızıyordu.. Yatıyordu ama, zihni, kıvrak zekası ve matrak bakışları hiç değişmedi; esprili, güleç yüzü ve hafızası olduğu gibi yerindeydi. Sadece yorgundu, dile kolay neredeyse bir asır. Yaşını hiç bilmedim, sadece fikir yürütürdüm, belki de bilmek istemedim. Anam 80 olduğuna göre teyzem kimbilir kaçındaydı. Ne farkeder ki, ecel yaşa bakmıyor.
Halbuki Haşmet Bey için kırmızı domates turşusunun tarifini alacaktım teyzemden, kısmet olmadı. Haşmet Bey ile de dün tanıştım, yeni bir insan kazandım yani. Merzifonlu 60’ının üzerinde çakı gibi bir delikanlı, yakışıklı da. Adımı bir kez söyledi; “Merzifon’un neresindensin” dedi. Şaşırdım. Nereden biliyorsunuz Merzifon’lu olduğumu? dedim. O da; “bilmiyorum” dedi, “sadece tahmin ettim, Merzifon’daki en çok isim Mustafa’dır” dedi. “Nereden biliyorsunuz ki” diyecek oldum. “Ben de Merzifon’luyum” dedi. “Türnük’lüyüm.” Sonrasında müthiş güzel bir akşam geçirdik..
Biraz Merzifon’un, biraz benim, biraz da onun geçmişinde gezindik. Keşkekten, rakıdan bahsettik. Küfürlerimiz bile aynı nedereyse.. Kendi yaşlılığımın da onun ki gibi olmasını diledim..
Söz Merzifon çöreğine gelince; “o çörek için böbreğimi veririm” demesin mi.. Bir de kırmızı domates turşusu var, bir türlü tutturamıyorum”.
Anamla, Muhtar Teyzem aklıma geldi. Anamın da teyzemin de pek güzel olur kırmızı domates turşusu. Ama teyzemin ki başkadır her zaman.
Biz Merzifon, turşu ve çörekten bahsederken teyzem hicret etmiş.. Haşmet Bey için kırmızı domates turşusunun tarifini alacaktım teyzemden, kısmet olmadı.
Nurlar içinde yat anamın yarısı. Sağlıkla uzun ömrün olsun Haşmet Bey..
Kalem, kelam ve selamla..
Hanımefendiye Yaradanımızdan, rahmet ve mağfiret diliyorum… Kalemin, kelamın ve selamın için teşekkür ederim. Dostum…