Foruma gönderdiğim fotoğraf galerisi konsepti ve fotoğraf sergileme üzerine yazdığım yazıya üç gün bekledikten sonra bir yorum, hem de çok derin tartışma başlatacak bir yorum gelmiş olmasına çok sevindim. Bunun için Sayın Sami Aksoğan’a ne kadar teşekkür etsem azdır.
Aslına bakarsanız ben daha çok yorum gelebileceğini düşünmüş ve bir tartışma başlamasını istemiştim ama, tek bir yorum geldi ama tam onikiden vurdu…
Bir önceki yazıyı okuyanlar hatırlayacaktır. Benim fotoğraf galererinin belirlenmiş dar bir kavram ve tarz üzerine uzmanlaşmaları fikrine hiç bir itirazım yok, olamaz da. Alternatiflerini de bir kaç zihin alıştırmasından sonra da üretmiştim zaten… Arzu edilen ve istenen odur ki, bu galeri alternatifleri gerçekleşse. Zihin jimnastiğimi tekrar edeyim;
- Sadece siyah-beyaz fotoğraflar sergileyen bir galeri…
- Sadece kavramsal fotoğraflar sergileyen bir galeri…
- Sadece belgesel fotoğraflar sergileyen bir galeri…
- Sadece amatörlerin fotoğraflarını sergileyen bir galeri…
- Sadece satılabilir fotoğrafları sergileyen bir galeri…
- Sadece ultra büyük ebat baskıları sergileyen bir galeri…
- Sadece bilinen meşhur fotoğrafçıları sergileyen bir galeri…
- Sadece basın fotoğrafların sergileyen bir galeri…
Bunlara herkes katkı yapabilir, çoğaltabilir..
Keşke gerçekleşebilseler de konsept galeri kavramı da fotoğraf yaşantımızın içine girse…
Benim itirazım Türkiye’deki fotoğraf galerilerinin sayısını düşününce bu galerilerinin yöneticilerinin tarz olarak seçici davranma lükslerine. Bu arada bahsi geçen fotoğraf galerileri sadece İstanbul’dalar. Bildiğim kadarıyla da sadece fotoğraf sergileyen bir başka galeri, ülkenin hiç bir kentinde yok. Yanlış biliyorsam düzeltebilirsiniz…
Söylemeye ve anlatmaya çalıştığım tam olarak şudur.
Sayıları bir elin parmakları kadar olan bu galeriler, “fotoğraf” adına bu işi yapıyorlarsa eğer pek de bu kadar keskin konsept tanımlaması yapma özgürlüğüne sahip olmamalılar.
Fotoğraf galerilerinin, fotoğraf üreten insanlara paralel oranda çoğalması için bu alandaki kurum ve kişilerin sorumluluk üstlenmesi meselesinde ise Sami Bey’e katılmamak için fotoğraf düşmanı olmak lazım. Ben de artık sadece ismen varolan PTFD üyesi idim. Profesyonel Tanıtım fotoğrafçıları Derneği, ne yazık ki varlığını ismen sürdürse de ne yazık ki yasal ve fiziksel olarak artık yok. Derneği üye olduğum 2001 yılından yılından bu yana hep bu derneğin bir meslek birliği olması gerekliliğini ortaya atan insanlardan sanırım biriyim. Daha önce bu tartışıldıysa bilmiyorum ama, ben bunu dile getirmeye başladıktan sonra dahi tartışılması sadece bir kaç dernek üyesi arkadaşımızla ancak mümkün olabildi. Bir akşam yemeği bedelinde olan dernek aidatlarının her sene ne büyük eziyetlerle toplandığını çok yakından biliyorum. Hem de bu işten para kazanılan adı üzerinde ”profesyonel” bir alanda.. 2 yılda bir basılan kitap olmasaydı derneğin hiç üyesi olmayabilirdi. Çünkü derneği ve üyeleri tanıtmak adına basılan bu kitabı, üye fotoğrafçılar portfolyoları gibi kullandılar yıllarca… Derneğin son yıllarda bir kaç kişinin çabasıyla hazırlanmış karma sergilerini bile gezdiklerinden çok emin değilim. Nihayetinde, PTFD’nin diğerlerini yok sayan kuralları ile birlikte, akrebin sıkıştığında kendini öldürmesi gibi, derneğin de yok oluşunu hazırladı.
Sanırım bu yazıdan sonra da beni afaroz ederler. Bir kere etmeye kalkmışlardı çünkü, başka bir fotoğrafçı arkadaşımızın şikayetine binaen “çok önemli üyelerden oluşan bir kurul” tarafından kulağım bükülmüştü. Buna benzer olaylar dönem dönem başına gelen bazı fotoğrafçı arkadaşlarımız, dernekten ayrılarak tepkilerini göstermişler ve derneğe küsmüşlerdir.
O gün oradan çıktıktan sonra kahkahalarla güldüğümü hatırlıyorum, ama ona rağmen dernekten ayrılmayı düşünmemiştim.
Bunu söylüyorum çünkü ben de bu topluluğun bir parçasıyım. Telif haklarıyla ilgili olarak, derneğin üstlenmesi gereken misyonlarla ilgili olarak, ve profesyonel bir tavrın nasıl olması gerektiğinden, ticari olarak yapılabilecekler fikrine kadar, derneğin bir web sayfasının gerekliliğinden üyelerinin web platformunda iletişimine kadar, tartışılması ve sonuca ulaşılması adına bir çok konuda gönderdiğim maillere aldığım cevaplar hiç bir zaman birkaç taneyi aşmadı.
Herkes kendi gemisini kurtarmayı düşündüğü için, derneğin sökeline* kimse el atmadı.
Ben bundan önceki yazıyı da yine aynı platformda “artık varolmayan” derneğimizinin üyelerine de gönderdim. Fakat ne yazık ki hiç birisinden yorum alamadım. Sayın Aksoğan’ın yazdığı gibi keşke PTFD varolabilseydi, keşke bir galerisi olabilseydi, ama rakı ve balığın beleş olacağı bir yemek organize edilmemişse; bir arada olmayı bile doğru düzgün beceremeyen ve artık olmayan bu topluluk için söyleyecek fazla bir şey yok.
Sami Bey’in yazdığı gibi üzerinde düşünmek lazım. Vah halimize.. Ben umuyorum ki, bu sorumluluğu duyacak ve hissedecek başka insanlar zamanı geldiğinde ortaya çıkacaklardır. Şu anda en azından bizim gibi deliler bu ve benzeri durumları için biraz zamanlarını ayırıp bir şeyler yazıp çiziyorlar hiç değilse…
*sökel=sakat, malul, güçsüz, hasta
Düzeltme: Bu arada bir önceki yazıyla ilgili olarak bir düzeltme yapmalıyım, Beyoğlu’dan kastım İstiklal Caddesi’dir.
Kalem, kelam ve selamla..