Fotoğraf Sektörü, Örgütlenme, Hak İhlali, Meslek Birliği Olgusu ve Temsiliyet

Fotoğraf Sektörü, Örgütlenme, Hak İhlali, Meslek Birliği Olgusu ve Temsiliyet

İlk yayım: 9 Mayıs 2006 | Güncelleme: 18 Mayıs 2023

Fotoğrafla ilgili internet forumlarında neredeyse en çok rastladığım yardım taleplerinden bir tanesi fotoğrafın izinsiz kullanılması, yani çalınması ve fotoğrafçının hak ihlali.

Bu durum hem sektörümüzün profesyonel tarafının hem de camianın amatör tarafının yıllardır kanayan yarası olmaya devam ediyor. Bir fotoğrafçı dostun bir yazıma yazdığı yorumdaki ifadesini tekrar etmekten kaçınmayacağım. Başıboşluğun ve aymazlığın olduğu yerde çakallar saltanat sürer.

Belki bu lafı başkası sarfetmiş olabilir ama fotoğrafçı arkadaşım İsmail Coşkun’dan öğrendim ve çok hoşuma gitti. Gerçekten de sektörümüz öyle başıboş kalmış ki çakallar saltanat sürüyorlar. İsteyen istediği gibi beğendiği bir fotoğrafı alıyor kimin olduğuna ya da kimin çektiğine, hak sahibi olup olmadığına bakmaksızın; kesiyor, biçiyor, kullanıyor ve aklına birilerinin haklarını ihlal ettiğini getirmiyor bile. Bu tür durumlar karşısında bireysel olarak fotoğrafçının ya da hak sahibinin yapacağı tek şey mahkemeye başvurmak oluyor. Ama ne yazık ki süreç bu kadar kolay değil.

Önce hak sahipliğinin ispatı, hak ihlalinin belgelenmesi, saçma bir şekilde işin “sanat” olup olmadığının ispatı, peşinden kuruşlandırılması, ifade vermeler, yasal süreçteki gecikmeler, aksamalar ve hak aradığınız kurumlardaki kanıksanmış umursamaz tavırlar insanı usandırıyor.

Diğer meslek kuruluşlarında olduğu gibi (MESAM, MÜYAP vb.) aynı çatı altında bulunan bireylerin temsiliyeti burada çok önem kazanıyor. Bu meslek birliklerinin üyelerine konusunda uzmanlaşmış hukuk insanlarını önerdiğini biliyorum. Üyelerine hukuki destek de veren bu kurumlar karşılaştıkları durumlarda nasıl davranılacağını, teknik koşulların nasıl yerine getirileceğini ve en önemlisi bu işi hangi avukatın daha iyi yapacağını söyleyecek kadar doğru yapıyorlar. Çünkü ülkemizde ne yazık ki bu alandaki hukuk kuralları yeni oturdu ve uygulamaları çok yeni gelişiyor.

Hal böyleyken; bizim bir meslek kuruluşumuz varmı? sorusuna ben nasıl yanıt vereceğimi bilmiyorum.

Çünkü mensubu olduğum PTFD | Profesyonel Tanıtım fotoğrafçıları Derneği, teknik bir gereksinimden dolayı fesh edildi. Kaldı ki PTFD bir dernekti sadece, bir meslek birliği değil.

(2023 yılında ilave edildi..) 2011 yılında birkaç arkadaşımla birlikte kurduğumuz FMK | Fotoğrafçılar Meslek Kuruluşu, daha başlangıçta ölü doğdu. Teknik olarak yaşıyor ama ölü durumda.. FMK’dan bir kaç yıl sonra, PRMF | Profesyonel Reklam ve Moda Fotoğrafçıları Derneği kuruldu. O da ne yazık ki bir kaç yıl ayakta tutulabildi ve sonra kapatıldı. Şimdilerde de artık dernek veya meslek birliği yapılanmasından vazgeçip, peşinde koşturduğum gönüllülük esasına göre işleyeceğini umduğum; PFP | Profesyonel Fotoğrafçılar Platformu’nu oldurmaya çalışıyorum.. Whatsapp haberleşme grubunda 300’lerin üzerine çıkıp sonra da 273’e kadar gerileyen katılımcı sayısının, ne yazık ki 128 tanesi platformun web sitesine kayıt olmuş durumda. Geri kalan 145 kişi ortalıkta görünmüyor veya görünmek istemiyor.. Sebebini biliyorum da dillendirmek istemiyorum..

Kısaca; bir fotoğrafçı olarak beni temsil edecek, yol gösterecek, meslek etiğimi sorgulayacak ve en önemlisi sektörün yazılı veya yazılı olmayan kurallarını oluşturacak ve uygulayacak bir kurum hala yok.

Tıpkı RD’nin (Reklamcılar Derneği) yaptığı gibi, veya MÜYAP ve SESAM’ın yaptığı gibi..

MÜYAP artık mp3 satışına direk başladı ve üyelerinin haklarını korumak için yasadan olabildiğince istifade ediyor. Bununla ilgili internette bedava mp3 dağıtan 110 web sitesini kapattırdılar ve dosya paylaşım sitelerine de özel yasaklar getirilmesini sağladılar. Anlaşılacağı gibi meslek birliğine sahip olmak böyle avantajları da beraberinde getiriyor.

Halbuki bizim temsiliyetle ilgili ciddi sorunlarımız var ve o yüzden de çakallardan başımıza kurtaramıyoruz.

Bu temsiliyet eksikliği tek tek bireylerin, aslında tüm sektörü de ilgilendiren girişimleri yanlız başına ve çok mücadele vererek yapmasını gerektiriyor. Daha yakınlarda başıma geldi, anlatmadan geçemeyeceğim.

Düğün portresi çekmek için yıllardır Milli Saraylar’ın bahçelerine giderim. Bilet ve makine ücretlerini öder, müşterimle içeri girer çekimleri yaparız. Yine bir müşterimle gittik, fakat bu sefer içeri giremedik. Görevli gişe memuru bir yönetmelik göstererek mekan kullanma ücreti olarak 300 TL/saat ödenmesi gerektiğini ve özel izin alınması gerektiğini söyledi. Halbuki ben biliyorum ki konuyu yanlış yorumluyorlar. Benim profesyonel olmamı ölçü alarak bu işten para kazanıldığını düşünüyorlar. Profesyonel çekimlerde böyle bir ücret var çünkü ancak buradaki profesyonel amaç yaptıran kişinin bunlardan fayda sağlaması, yani reklamı için yapılıyor olması. Benim yaptığım insanların albümüne koyduğu işi de aynı kategoride değerlendiriyorlar.

Bu işin ne olduğunu anlatabilmek için; Milli Saraylar Daire Başkanlığında, daire başkanı ile görüşebilmek için, 6 kişiye tek tek derdimi anlatarak ve neredeyse yarım günümü harcayarak tek başına uğraşmam gerekti.. Allahtan daire başkanı mantıklı birisiydi de durum çözüldü.

Bu ve benzeri durumlarda eminim sektörün bir sürü ferdi karşı karşıya kalmıştır. Kendi sektörümüzün içinde dahi profesyonel işin ve bireyin kıstasları yoktur.

Kim profesyoneldir, kim değildir, ya da profesyonel olacak kişinin başvuracağı, değerlendirme alacağı ve kurallarını öğreneceği bir meslek birliğimiz yoktur ve olmaması çok büyük bir noksanlıktır. Mesleğe giriş çıkışlar tamamen kontrolsüzdür.

Mesleki eğitim kurumları ve profesyoneller birbirlerine çok uzaktır. Eğitim kurumlarında fotoğrafçılığın ticari gerçeklerini anlatacak dersler ve programlar yoktur.

Çok yakında, eğer Avrupa Birliğine girersek, yabancı fotoğrafçılar karşımıza daha büyük sorun olarak çıkacaklardır.

Bu insanlar ülkelerarası vergi anlaşmaları ile korundukları için bizimle daha kolay rekabet edeceklerdir. Bizler kurumlar vergisi, KDV ve stopaj vb. vergilerle boğuşurken onlar bu sorunlarla uğraşmayacaklar. Aynı şekilde yine sektörün karşı karşıya olduğu, daha çok vesikalık fotoğraf üreten stüdyoları ilgilendiren şu biyometrik fotoğraf meselesi var. Ne yazık ki bu konuda bile fotoğrafçıları bilgilendirecek ve işin standartlarını koyacak bir kurumumuz olmadığı için Alman Konsolosluğu sayesinde sektöre girmiş bir tanım var. Hala bu fotoğrafın ne menem bir şey olduğunu fotoğrafçılar girip konsolosluğun sitesinden öğreniyorlar. Vah yazık bize..

Yine vesikalık stüdyolarını ilgilendiren daha vahim bir durum var. ÖSYM geçen yıl üniversite kayıtları sırasında aday fotoğraflarının okullarda “kuralına uygun” çekilmesini sağlamak ve “aslına uygun” fotoğraf kullanılmasını sağlamak üzere her liseye dijital fotoğraf makinesi gönderdi. Kaybeden kim oldu? Fotoğraf sektörü.

Yakında aynı uygulamayı Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’de başlatacak. Niye yapıyorlar acaba ? Merak edenler için yazayım.

Sahteciliğin önüne geçmek için. Çünkü bizim stüdyolarımızda, rötüş adına yaraları fırçalanmış, sıvanmış ciltler, rengi değişmiş gözler yapılarak, vesikalık fotoğraf üretiliyor.

Müşteri de fotoğrafta güzel göründüğü için doğal olarak böyle yapanı doğal olarak tercih ediyor. Halbuki adı üzerinde vesikalık fotoğraf, rötuşsuz olmalıdır. Kişinin belirgin karakteristik özelliklerini taşıyarak, olabildiğince doğru bilgi vermesi gereken ve kişinin tanınmasını sağlayan bir belge fotoğrafı olmalıdır. Ne yazık ki bu tanımı yapacak ve uygulanmasını sağlayacak bir kurum yoktur. ÖSYM fotoğrafçılığa başladığında, “durun bakalım ne oluyor? Burada fotoğrafçılar var, bir sektör var, bunu yapamazsınız” diyecek bir kurumumuz da yoktu.

Eğer üç maymunu oynamaya devam edersek; MEB ve EGM’de fotoğrafçılığa başladığı zaman da bunu söyleyen bir kurumumuz da olmayacak.

Amatör dernekler ne kadar şanslıdır, Türkiye fotoğraf Sanatı Federasyonu var. Eminim bu noktaya gelene kadar ne emekler, ne çabalar sarfedilmiştir. Ama artık Türk fotoğrafı bu federasyon sayesinde uluslararası temsiliyet kabiliyetine kavuşmuştur. Belki de bu federasyon altında birleşmek ve tüm sektörün temsiliyetini sağlamak hem onlara hem de bize daha fazla güç katacaktır. Bu sadece bir fikir jimnastiği…

Türkiye’deki ilk fotoğraf müzesi olma özelliğini gösteren bir fotoğraf müzesi vardır. Sanırım aksilik olmazsa resmi açılışı 19 Mayıs 2006’da yapılacak, fakat ciddi sorunları olduğunu biliyorum. Müzenin açılışına öncülük etmiş ve çaba sarfetmiş fotoğrafçıların, daha önce Balikesir Kültür Müdürlüğüne bağışladıkları eski ve antika sayılabilecek makineleri, müzeye geri alamadıklarını biliyorum. Nasıl bir mantıktır ki yine ülke kültürüne hizmet edecek bu müzeye devlet ve temsilcileri böyle bir tutum takınabilir, anlamak mümkün değildir. Ama gerçek budur. Çünkü yasal düzenleme yoktur, yasalarda sektörümüz kendi başına dahi geçmez ve temsil edilmez.

Kimi il ve ilçelerde fotoğrafçılar hiç alakası olmayan odalara, derneklere üyedir ve bir odaya kayıtlı olmak yasal da bir zorunluluktur. Doğal olarak fotoğraf odası bulunmayan şehirlerde fotoğrafçılar en yakın kategoriye dahil edilmekteler. Bir zamanlar böyleydi, babamın stüdyosu “Berberler ve Kuaförler Odasına” kayıtlıydı. Daha sonra ticaret odasına geçip da kurtulmuştuk. Unutulmaması gereken bu yazıya konu olan profesyonel tarafının “zenaatkarlık” olduğu kadar artık sanat olması ve bu şekilde değerlendirilmesi gerekliliğidir. Dünya böyle değerlendirmektedir. İncelendiğinde görülecektir ki gelişmiş ülkelerde fotoğrafçılık bir sanat dalı olarak amatör-profesyonel ayrımı yapılmaksızın top yekün kabul edilmektedir.

Ülkemizde bir fotoğraf sempozyumu yapıldığından ve ticari sektörün nedense burada hiç temsil edilemediğinden acaba kaç fotoğrafçının bilgisi vardır?

Bu sempozyumlarda İFOD, PTFD gibi profesyonel dernekler neden kendi bildirilerini sunmazlar, neden kendi sergilerini açmazlar? Çok mu masraf yapmayı gerektirir, çok mu çaba sarfetmeyi gerektirir? Hayır sadece bunu yapacak bir kurumumuz yoktur da ondan. Bu yüzden da amatör camia bu platformda kendini temsil eder ama biz edemeyiz. Sadece seyreder ve “fotoğraf sadece amatörlerin tekelinde mi yahu, bak şu zındıklara deyip” kendi kendimize hayıflanırız. Bu organizasyona Kültür Bakanlığından dahi zaman zaman bakan seviyesinde katılımcılar ve neredeyse her amatör dernekten temsilciler olurken; profesyonel camia neden temsil edilmez ki? Tamamen umursamazlıktan.

Tam da bu nedenlerden dolayı; tüm profesyonel camianın, vesikalıkçısından, şipşakcısına, reklam fotoğrafçısından, moda çekenine, hava fotoğrafçısından, düğün fotoğrafçısına, çırağından kalfasına ve en önemlisi öğrencisine kadar tüm sektör bireylerini bünyesine katacak ve sektöre giriş çıkışları kontrol edip, kurallarını belirleyecek; ve tüm bu faaliyetleri yasal zeminde belgelendirecek, belkide konuyla ilgili yasal düzenleme için çalışacak; eğitim kurumlarıyla sıkı ilişkilerde ve bilgi alışverişinde bulunacak ve günün gereklerine göre üyelerini hem ticari hem de mesleki olarak destekleyecek ve en önemlisi olduğunu düşündüğüm, sektörü tüm platformlarda (devlet kurumları, ulusal ve uluslararası) temsil edecek, tıpkı “Berberler Federasyonu” gibi yasal zeminde kendi temelini bulmuş bir “Fotoğraf Meslek Birliği”, ya da bir “Federasyon”, adının ne olduğu hiç önemli değil, gerekliliktir.

Aşağıdaki pasaj, 1997’de 5.fotoğraf Sempozyumu’nun ardından Hafise KAYNARCA tarafından yazılmış. Fotoğrafya.gen.tr’de bulduğum bir yazının son paragrafı, çok etkileyici…

“…Bir taraftan, fotoğraf adına biraraya gelmenin sevincini ve çoşkusunu yaşarken, diğer taraftan da, orada olması gerektiğini ve bilgilerinden, tecrübelerinden yararlanacağımıza inandığım, fotoğrafa yıllardır emek veren fotoğraf dostlarının yüzlerini ve aramıza yeni katılan heyecanlı yüzleri arayıp bulamamanın burukluğu içinde geçti 5. fotoğraf Sempozyumu.

Peki ama, neden yoklardı diğerleri? Bu etkinliği düzenleyenlere de, gelmeyenlere de, sormak gerekmez mi bunu? Çünkü bir avuç olduğumuza, bir avuç kaldığımıza inanmak zor ve ağır geliyor bana… Bundan sonra gerçekleşecek fotoğraf etkinliklerinde, fotoğraf dostlarının daha çoğunu birarada görmek dileğiyle… “

Hafise KAYNARCA, 5.fotoğraf Sempozyumu’nun ardından

Ne kadar üzücü değil mi ? Bu yazıda orada olmayan fotoğraf dostlarından profesyonellerin kastedilmiyor olduğu açık ama bizim de üzerimize alınmamız gereken bir serzeniş olduğu aşikar değil mi? Özellikle bu sektörden para kazanan bizlerin biraz daha sektöre insaflı davranmamız, doğru gelişimi ve yaygınlaşması için çaba sarfetmemiz gerekmez mi ? Ayrıca bu tip toplantıları düzenleyenlerin de kafalarını gömdükleri kumdan çıkartıp etraflarına birkaç kez bakmaları gerekmiz mi? Lütfen kendimize gelelim.

Bu arada AFSAD, sonuncusu 2002 yılında olmak üzere fotoğraf sempozyumlarından ilk 6 tanesini düzenlemiş, son ikisinde sempozyum isim değiştirmiş, “Ulusal fotoğraf Sempozyumu” olmuş ve en son 2005 ‘te Marmara Üniversitesi ve Yıldız Üniversitesi birlikte düzenlemiş.

Kalem, kelam ve selamla..


içindekiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

two + seventeen =