19/03/2007
Gezimizin ikinci günü Peru’nun Galapogos’u olan Ballestas Adaları’nı görmek üzere çok erken bir saate (03.00) kalkıp midibüsle Paracas’a varmak üzere yola düşüyoruz. Neredeyse hiçbir yerde tabela görmemiş olmamız çok ilginç. Bina duvarlarına boyanmış halde devasa büyüklükte, koca puntolu yazılar heryerde karşımıza çıkıyor. Ülke adeta topyekün grafiti alanı gibi. Yörede taksi çolo dedikleri üç tekerli motosikletle triport karışımı ulaşım araçlarının üzerleri de aynen duvarlar gibi. Araçların yanları, arkaları ve ön camları yazılarla dolu.
Lima’dan uzaklaşıp kırsala doğru uzaklaştıkça, savaştan yeni çıkmış bir ülkedeymişim gibi hissetmeye başladım. Lima ile Paracas arasındaki bölge ve daha sonra Paracas’tan Nasca’ya kadar olan bölge kocaman bir getto alanı gibi. Yoğun kerpiç evler ve düzensiz yapılaşma var. Binaların neredeyse tamamında çatı yok ve sıvasızlar. Rehberimiz bu durumun, 10 yıl önce Şili ile yaptıkları bir savaşın sonucu olduğunu anlatınca taşlar yerine oturdu. Peru sınır komşuları olan Bolivya ve Şili ile sürekli bir çekişme halinde imiş. Bolivya sürekli okyanusa ulaşmaya uğraştığı için, Şili’de tarihteki İnka istilalarıyla ilgili olsa gerek. Çünkü yükseliş dönemlerinde İnkalar Şili’nin orta bölgelerine kadar inmişler.
Ballestas Adalarına Paracas balıkçı limanından 16-18 kişilik sürat tekneleriyle gidiliyor. Rehberimiz, günün diğer zamanları Pasifik çok azdığı için ve küçük tekneler için tehlikeli olduğundan dolayı çok erken saatlerde gidilmesi gerektiğini anlatıyor. Saat 7 gibi tekneye biniyoruz. Yaklaşık 45 dakikalık bol sulu ve hızlı bir seyahatten sonra penguenler ve pelikanlarla dolu adalara varıyoruz. Benim boynumda bulunan fotoğraf makinesi hatırına, tekne görevlisi beni öne oturttuğu için siperlikten korunan benim dışımdakilerin hepsi teknenin süratinden dolayı sıçrayan sulardan ıslanıyorlar.
Ballestas Adaları, Humbolt penguenleri, pelikanlar, deniz kuşları ve ayı balıklarıyla adeta doğa müzesi gibi. Adaların birisinde bulunan El Conbelabro şamdanını görüyoruz. Bu şamdan da Nasca çizgileri gibi bir yeryüzü şekli. Penguenler ve ayı balıkları adeta poz veriyorlar.
Dönüş yolunda dalgalar arttı ve teknemizin motorunda bir problem var. Mazot kokusu, gübre kokusu, bir o yana bir bu yana fotoğraf çekmek için dönmekten alt üst olduk hepimiz. Bu sırada denizin azmasından dolayı tekne kaptanı acele ediyor. Doğal olarak arka taraf banyo yapar gibi neredeyse. Ve teknenin motoru stop ediyor. Teknemizin kaptanı Hektor, 15-20 dakika uğraştıktan ve tekne de biraz sürüklendikten sonra motoru düzeltiyor ve arka taraf ıslanmasın diye mavi bir branda çıkıyor ortaya. Branda yolcular “daha fazla ıslanmasınlar” diye üzerlerine seriliyor. Mazot ve pasifiğin yoğun kokusuna bir de brandanın naylon kokusu karışıyor.
Karaya dönüşümüzde, kahve, ananas suyu ve bira falan derken ekip kendine geldi. Paracas’tan Nasca’ya gitmek üzere hareket ediyoruz. 2 saat sonra oradayiz ama grup küçük ve kafa dengi, hele bir de rehberin bastan çıkmaya meyli olunca yerel rehberi de kolaylıkla ayartıp Paracas Ulusal Koruma Parkına sapıyoruz. Burada MÖ 7000 yıllarına giden yaşam izlerinin bulundugu bir müze var. Küçük, tek bir geniş odadan ibaret ama İnka öncesi bu bolgedeki uygarlıklara ait çok sayıda kalıntılar var. Uzun kafaları olan insanların kafataslarını görüyoruz. Kafataslarındaki deliklerden o dönemde beyin ameliyataları yapıldığını anlatıyor rehberimiz.
Bir başka ilginç durumsa ölülerini fetus pozisyonunda ve dik olarak gömmeleri. Daha sonra Paracas Ulusal Parkı içinde deniz kıyısında bir lokantada “La Tia Fela”/ “Teyzenin Yeri” restoranda okyanus balığından oluşan öğle yemeğimizi yerken hemen yanımızda ilerde sıkça karşılaşacağımız Peru’lu yerel müzesyenlerin çaldığı şarkıları dinledik.