10 GÜN | Tiwanaku Harabeleri, La Paz
Şehrin ilginç coğrafyasına rağmen ben sadece La Paz’ı göreceğimiz ve 2 gün kalacağımız için, Peru’dan sonra Bolivya’nın yavan geleceğini düşünüyorum bir taraftan. Gerçekten de öyle oluyor. Peru’daki renkli insanları pek göremiyoruz etrafta. Otele yerleştip yemeğimizi yedikten sonra eşimle şehir turuna çıkıyoruz. Sokaklar çok pis ve çöp kokuyor. Bir süre sonra sokaktaki büfe ve lokantalardan gelen ağır yemek kokuları midemi bulandırıyor. Benim için Bolivya bitti…
Ertesi gün uydum kalabalığa kabilinden çevre gezisine ilgim pek yok. İnka öncesi bir uygarlık olan Tiwanaku harabelerini geziyoruz. M.Ö 1500 ile M.S. 1200 yılları arasında varolan bir uygarlıkmış. Sırasıyla, müzeyi ve antik kentte; en eski heykel olduğu söylenen Kontiki’yi, üzerinde Virakocha figürünün bulunduğu güneş kapısını, Ponse heykelini ve Kawanaki bölümlerini görüyoruz. La Paz’dan ve şehirdeki kokulardan dolayı oluşmuş yargılarım burada da değişmiyor. Hala “ne işimiz var burada” diye mızmızlanırken birden İlham’ın çimdiğiyle irkiliyorum. Kalıntıların peşinden Büyücü Çarşısına gideceğiz, belki burası ilginç olur diye kendimi avutuyorum ama, pazar 5-6 tezgahtan oluşuyor. Kötü kokan kurutulmuş hayvan fetusları ve Tiwanaku kültürüne ait heykelciklerden başka bir şey yok.
İnsanlar da aksi… Para pek işlemiyor burada fotoğraf çekerken. Birden kızıp bağırmaya başlıyorlar ve fotoğraf çekilmesinden hoşlanmıyorlar. İyice moralim düşüyor. Takım taklavatı toplayıp çantaya koyuyorum. Bolivya’yı gezi defterinde bir anda siliyorum. Sonra gittiğimiz bizim Kapadokya’nın 100 basacağı; Ay Vadisi denilen yerde, bir banka oturup sinirli sinirli “ne işimiz var burada” diye söylenip milletin geri dönmesini bekliyorum. İlham biraz yatıştırıyor beni. Neyse ki yarın sabah Lima’ya döneceğiz..
İlk başta pek sevmediğim Lima’ya dönünce birden eski neşem yerine geliyor. Lima’da 1,5 gün daha kalacağız. Lima’ya dönüşümüzde Ursula karşılıyor bizi yine, eski bir dostu görmüş gibiyiz. Lima’nın en gözde lokantasına götürüyor bizi. Menü ağırlıklı deniz ürünü ve Çin yemekleri. Millet çiğ balık yiyor, ben et… Et neredeyse köseleye yaklaşmış kıvamda, çaresiz açlık hatırına yeyip, balık kokusundan kurtulmak için dışarıya deniiz kenarına çıkıyorum. Antalya’nın falezlerine benziyor kıyı. Falezin üzerinde parasailing yapanları seyrediyorum. Bir de şehrin üzerinde uçan kartallar var. Dönüşte okyanus kıyısında geziyoruz. Yorgunluk ve geç olan saatten dolayı makine çantamı yanıma almadığıma pişman oluyorum. Okyanusta yüzenler, sörf yapanlar iştahımızı kabartıyor ama otele gidip mayo almak için zaman kalmadı güneş akşama doğru dönüyor. Hiç değilse ayaklarımızı Pasifiğe sokalım derken gruptan çatlak sesler çıkmaya başlıyor. Kıyıdan birkaç yüz metre yüksekte olduğumuz için o mesafeyi inip tekrar çıkmayı kimsenin gözü almıyor. Yorgunluk ve alışveriş Pasifiğe tercih ediliyor. Tabi biz de aynı tembelliğe düşüyoruz.
Keşke ayağımı Pasifiğe soksaydım…