Çocukluğumdan kalan günlerden hatırlarım kömürü.. Babam Çeltek’ten alır, bahçedeki kömürlüğe yıktırır, Anam ise; her sabahın kör karanlığında, o kömürlükten üç kat yukarıya, biz yataktan kalktığımızda sıcak mutfakta kahvaltı yapabilelim diye taşıdığı; parlak ama simsiyah, güzel bir taştı. Belki de o yüzden siyahı sevmiyorum.
Kaya kıvamında irice olanlarının yanmasını kolaylaştırmak için parçalanması da benim gönüllü üstlendiğim bir vazife idi. Belli ki, hırsımı o gün kömürden alırmışım.. Bu gün çalışmak ancak kafamı dağıtmamı sağlıyor. İki gündür çalışmak da fayda etmiyor.
Kızgınlığı ve acıyı dindirmek mümkün olmuyor.. O kaya kömüre tekrar ihtiyacım var…
Çocukluğumdaki, iri, tozlu, eskimiş, üzerinde kazma izi olan; parçlandığında pırıl pırıl, madencinin yüreği gibi parlak ve gözleri gibi sürekli nemli görünen.. Yavuklusunun yüreği gibi sürekli kıpır kıpır.. Yandığında ısıtırken, yüreği yanan anası, babası, kardaşı gibi olan.. Hırsımı susturmak istiyorum, hıncımı madenden değil; bütün bunlara sebep olanlardan almak istiyorum bu sefer.
Huzur ülkemden çok uzakta..
Karıcığım hoşçakal, ışığım azalıyor,
Yanımda ölü arkadaşlarım.
Artık kömür kokulu ekmekler getiremeyeceğim sanırım.
Buraya kadarmış çocuklarım, hoşçakalın,
Hakkınızı helal edin; anacığım, babacığım.
Işığım azalıyor, hoşçakalın..
Üstüme değil içime çöken ocağın sessizliğinde
Tek tek seslerinizi duyuyorum, yüzlerinizi görüyorum,
Işığım azalıyor, soluğum azalıyor, biliyorum,
Yavaş yavaş dünyanın kara kalbine gömülüyorum.
Işığım söndü, işte gidiyorum..,
Ah, en çok da şimdi, bir bilseniz
Nasıl da bulutları, ağaçları, gökyüzünü özlüyorum.
Işığım söndü.. hoşçakalın, arkadaşlarım çoktan gitti,
Artık ben de gidiyorum…
Şerif Erginbay