Dükkanının alnına tabela astırınca reklamcı oluveren yurdumun girişimcisi…

Dükkanının alnına tabela astırınca reklamcı oluveren yurdumun girişimcisi -turquality

Nereden çıktı şimdi bu diyenleri duyar gibiyim.

Efendim bir yerden çıkmadı, hep vardı da bu güne denk düştü. Kızdım yine birilerine blogu epeydir ihmal ettiğim aklıma geldi. Habire yazılıp duruverilen bu marka olma ve “Türk Girişimciliği” veya “Anadolu Kaplanları” birazcık da dünyadaki “Turkuality” imajı üzerine üzerine ben de yazıvereyim dedim.

Şimdi efendim, “Türk Girişimcisi” bana göre aşağıdakilerden herhangi biridir.

  1. Asırlık şemsiye’ye şemşiye diyen, dilini önce eşek arısına ısırttırması gerekirken gidip Amerika pazarında partner arayan para sahibi patron kişi,
  2. Türkçeyi bile bilmeden İsveç’e gidip, İşveççe öğrenip, elin balıkçısına hamsi satmaya çalışan Laz uşağı,
  3. Dünyanın en iyi halılarının en iyi fotoğraflarla satıldığı e-ticaret pazarlarda, ahırdan bozma deposunda iphone ile çektiği fotoğraflarla halı satmaya çalışan uyanık kişi,
  4. Dünyanın en meşhur suyunun satıldığı Fransa’da Türk suyunu yeni bir icatmış gibi pazarlamaya çalışan bezirgan kişi.

Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz ama yukarıdaki tanımlamalar ufkunuzu açmıştır diye düşünüyorum.

Bu Türk Girişimcileri veya Anadolu Kaplanları öylesine bilgi ve vizyon sahibilerdir ki; fotoğrafçılarından fiyat aldıklarında şunu diyebilirler: “Ne var canım kuzum, alt tarafı bir düğmeye basmak için bu kadar para istenir mi?”

Veya reklamcılarının arkasından şunu söyledikleri çok görülmüştür: “Alt tarafı copy-paste yapıyor pezevenk/orospu, istediği paraya bakın şunun..” Ya da yüzüne: “İstersen koltuklarımızı değiştirelim..”

Bu durum girişimci tanımları gibi daha da çoğaltılabilir. Ama ben yapmayacağım..

Ne yazık ki bu girişimci arkadaşlar, nalıncı keserinin kendine yonttuğu gibi hep kendilerine yontarlar. Fotoğrafçının veya reklamcısının bu nitelikle hizmeti üretmek için kendine yaptığı yatırımların, daha iyiye ulaşmak için çabalarının, kullandıkları alet, edevat, makine, flaş, bilgisayar gibi şeylerin varolanın en iyisi olmak zorunda olduğunun ve bütün bunların çok pahalı ve zahmet gerektiren işler olduğunun hiç farkında olamazlar nedense..

Marka olmanın gazozun kapağı gibi bir şey olduğunu zannederler. Elin Avrupalısı ve Amerikalısı ile rekabete girerken Türkiye’de yaptıkları gibi fiyatı aşağıya düşürmenin tek çözüm olduğunu düşünürler. Tabelayı astıklarında tüm reklam kampanyasının bittiğini ve ertesi gün tabelayı gören herkesin dükkanına üşüşeceğini zannederler. Cep telefonuyla ofisindeki kaloriferin üzerinde çektiği siyah ayakkabı fotoğrafıyla e-ticaret yapacağını; iki tane joomla şablonu indirdiğinde internette gezinen tüm insanların sitesine hücum edeceğini zannederler. Bunlardan o kadar çoktur ki, benim oğlan pipisini sallasa bunlardan birine çarpar.. Aynı durum bizim fotoğraf ve reklam sektörü için de betimlenebilir 🙂

Nakliyecisine ürün bedelinden fazlasını öderken sesi çıkmaz, konu fotoğrafa gelince avazı çıktığı kadar bağırır: “ÇOOOOOK PAHALI” diye.

Ama konu altında çekeceği Cherokee jipe veya BMW’ye gelince hele yanında uzatmalısı varsa pazarlık bile etmez. Sektörden birilerine veya iş yaptığı partnerlerini misafir etmesi gerektiğinde 100 gram pirzolaya 250 TL.; benim paramla 150 lira etmeyecek beş kişilik sofraya 3000 lirayı bayılır. Gıkı da çıkmaz. Bir de servis kötü bile olsa bol tarafından bahşiş bırakır, servisi yapan hanzo da onu uğurlarken yerlere keder eğilip yavşaklanır..

Hal böyle olunca, Türkiye’ye ticaret veya yatırım için gelen ciddi firmaların temsilcilerinin gözünde Türk insanı, baştan yalancı damgasını yer. Ya da siz yurtdışına çıktığınızda bir şarap mağazasında satıcı ile güzel güzel sohbet ederken Türk olduğunuzu ağzınızdan kaçırırsanız, satıcının arkasını dönüp yanınızdan ayrılması yüksek ihtimaldir. Bunlar benim hep başıma geldi. O nedenle bu “Türk Girişimciliği ve Anadolu Kaplanları” ve “Turquality” meselesi tamamen fiyaskodur arkadaşlar.

Dünya markası olmak için öyle davranmanız gerekir. Fotoğrafçıya parasını, reklamcıya hakkını teslim etmeniz; komşu ülkelerle de iyi geçinmek gerekir, çünkü en yakın pazarlardır onlar..

Rusya’ya “kışt” diyerek, Esad’e “Esed” diyerek, Yunanistan’a “bir kaşık suda sizi boğarız” diyerek marka yapamazsınız. Kendi ürettikleri tek bir markaları olmayan; hatta petrol ve din ticaretinden başka ticaretini yapacakları malı olmayan Arap’ların kıçında dolaşıp, modern dünyaya sırtınızı dönerek hiç marka yapılmaz.

Avrupalı haçlı seferlerini bitireli neredeyse yarım bin yıl geçti. Artık onların haçlı seferleri ticarettir. Sizin toprağınızın altında bulunan hiç bir maden, hiç bir değer bilgi kadar değerli olamaz. Ve bilginin ürettiği katma değeri hiç bir şeyle üretemezsiniz. 150 gr. Plastik ve cam karışımı olan ama içinde sizi dünya ile entegre eden bilgiye sahip cep telefonunu 2500 liraya alır, bir de onu prestij malzemesi yapıp milletin gözüne sokarsınız. Teknoloji ve bilgi üretemeyen hımbıllığın geleceği nokta budur.

Okullarımızda iyi eğitim olmadığından biz de yakınırız, bu girişimci arkadaşlar da.. Ama eğitimin daha iyi yerlere gelmesi için bu girişimci arkadaşlar hiç çaba göstermezler. Hep kalifiye eleman bulamamaktan, yetişmiş eleman olmadığından bahsederler. Ama o elemanları yetiştirmek için tek kuruşluk katkıları olmaması bir tarafa, yapanları da durdururlar.. Sana mı düştü lan memleketi kurtarmak diye..

Ya işte aslında pek doluyum, daha çok da yazarım. Ama eve gitmem lazım, karnım aç, uykum var. Kuzey’de  beni bekliyor.

Kalem, kelam ve selamla..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

nine + fourteen =