Aslında sapla saman birbirine karışmış durumda. Kim fotoğrafçı, kim fotoğraf sanatçısı, kim fotoğraf zenaatkarı..
Herkes birbirinin yerine oynuyor. Bir amatör fütursuzca profesyonel işleri yapmaya kalkabiliyor. Ya da bir fotoğrafçı bir-iki ödül ve sergileme aldığında hemen titrini -fotoğraf sanatçısı- isminin ardına ekleyebiliyor. Ben kendime zenaatkar demeyi tercih ediyorum. Bir yerlerde benden bahsedilirken ya da birilerine tanıştırılırken ismimin arkasına fotoğraf sanatçısı lafı eklendiğinde bundan rahatsızlık duyuyorum. Çünkü böyle bir titri hakedebilmek için fotoğraf sanatı adına epeyi bir şeyler yapmış olmak gerektiğini düşünüyorum. Bunun kolay hakedilebilecek ve kolay taşınabilecek bir titr olmadığını biliyorum en azından. O yüzden de hemen düzeltip “fotoğrafçı” olduğumu söylüyorum.
Fotoğraf sergileme üzerine yazdığım yazıların üçüncüsüne İsmail Coşkun’un yaptığı yorum üzerine, fotoğraf eğitimi ve mesleki örgütlenme konusuna biraz dokundurmak istedim. Aslında bu yorumla İsmail Coşkun daha fazla açılım getiriyor, tanıtım fotoğrafçılarına ve isimlerinin ardına sanatçı titrini yakıştıranlara da dokundurmak gerekiyor ama bunu başka bir yazıda yapacağım. İsmail yorumunda tam zurnanın zırt deliğine dokunmuş. Çok da iyi etmiş.
Eğitim, örgütlenme ve aidiyet.
Aslında irdelenmeye nederen başlanacağı da belli olmayan bu üçlü kavram, her birinin ve asıl konunun mütemmim cüzü. Sanırım yine kendi kronolojime göre yazacağım. Gençlik dönemlerimde, babamın stüdyosunda çalışırken sürekli mesleki örgütlenme olmayışının sıkıntılarının çekilmesine şahit olmuşumdur, bizzat kendim de bu sıkıntıları yaşamışımdır. 80’li yılların başında renkli fotoğrafa geçiş dönemlerinde çektiğimiz renkli vesikalık fotoğrafların devlet dairelerinden kullanılmadan geri gönderilişlerini ve bu durumu değiştirmekle ilgili verdiğimiz mücadeleyi hatırlıyorum. Renkli vesikalık fotoğrafın, siyah-beyaz vesikalıktan farklı olmadığını, aynı yöntemlerle hazırlandığını ve aynı işi daha doğru göreceği konusunu; özellikle Nüfus ve Tapu müdürlükleri ile Milli Eğitim’e defalarca anlatabilmek için uğraşlarımızı ve siyah-beyaz vesikalık fotoğraftan daha fazla kişisel bilgileri taşıdığını, bunun artık çağın bir gerçeği olduğunu bir çok örneklemeyle anlatmaya çalışmış ve anlatamamıştık. Yaptığımız onca makina yatırımını vesikalık fotoğraflarla ilgili işlerimizde neredeyse 1 yıla yakın bir zaman kullanamamıştık. Nihayetinde çaresini İçişleri Bakanlığına gönderdiğimiz bir dilekçeye ekli renkli ve siyah-beyaz fotoğraf numuneleri ile kullanımına dair sakınca olmadığı ve daha iyi olacağıyla ilgili; 8 ay sonra cevabi yazının gelmesiyle bulabilmiştik. Bu tamamen kişisel bir çabaydı. Bu cevabi yazıyı tanıdığımız bütün fotoğrafçı esnafına göndermiş ve bir çok fotoğrafçıdan da hayır duası almıştık. Türkiye’de renkli vesikalık fotoğrafın kullanımındaki sıkıntılar bu çabalarla atlatıldı diyebilirim rahatlıkla. Bir meslek örgütümüz olmadığı için bu mücadeleyi kendimiz vermiştik.
Yine vesikalık fotoğrafların ölçüsüyle ilgili olarak bütün devlet dairelerinde yanlış olduğunu düşündüğüm 4,5×6 cm. ölçünün dünya standartı olan 3,5×4,5 cm. Olarak düzeltilmesiyle ilgili de o yıllarda çok uğraştım ama başarılı olamadım. Kimse dönüp bakmadı bile. Bırakın fonksiyonelliğini; (çünkü fotoğrafı belgeye yapıştıracak memur onu belgedeki yere yapıştırabilmek için küçültmek zorunda kalıyor, hem de muhtelif ölçülere..) israf edilen kağıdı metrekare birimiyle ortaya koyduğunuz zaman ne kadar milli servetimizin çöpe gittiğinin örneklemesi bile işe yaramadı. Kullanılmaya başlandığından beri çöpe atılan fazlalığı varın siz hesap edin. Ve Türkiye’de fotoğraf sanayisi yok, her şeyimiz ithalatla geliyor.ani dövizlerimizi çöpe atıyoruz.
Nihayet şimdi Alman konsolosluğunun zoruyla standartlarımız değişecek galiba. Alman konsoloslugu olmasa gerçekten de fotoğrafçı milletimiz dünya standartlarında vesikalık fotoğraf neymiş ve nasıl çekilmeliymiş bilmeyecekti. Bunu nazire olsun diye yazmıyorum gerçek bu. Vesikalık fotoğrafta dünyanın neresinde görülmüş rötuş yapıldığı ya da göz renginin değiştiği. Ama Türkiye’de oluyor ve bunu sanat adına yapıyorlar. Vah vah. Kardeşim “vesikalık” adı üzerinde. Tamamen rötuşsuz ve kişiyi tanımlamak üzere çekilmesi gereken bir fotoğraf. Bizim fotocular şimdiye kadar neredeyse müşteriyi memnun etmek adına vesikalığın dışında ecnebilerin glamour* dedikleri türden fotoğrafları müşterilerine çekmeye devam ettiler ısrarla. Hem de üç otuz paraya. Halbuki İngiltere’de bir glamour oturumu 100 sterlinden başlar. Bizim fotocular bedavaya da çalıştılar. O da yine ciddiye alınmazdı da Alman konsolosluğu fotoğrafçı adresleri gösterince ortalık karıştı. Nihayetinde İSFO diye bir odanın varlığından haberdar olduk. (İSFO konuyla ilgili bir bildiriyi üyelerine yayımlamış. Bildiriyi bu linki takip ederek görebilrsiniz.) Fakat yazıda mevzu edilen formatı yayımlamayı unutmuş. Sanırım İSFO’da bizim PTFD gibi çalışıyor. ( Rakı, balık, meze üçlemesi beleşse…) Ayrıca yaptıkları işe verdikleri önemi ve duydukları saygıyı da isimlerinin açılımından görebilirsiniz. (İSTANBUL FOTO SANATKARLARI ODASI ) Yıllardır müşterilerinin “foto” diye seslenmelerine alışmış olmalılar ki odanın adında “FOTO” kelimesini fotoğraf kelimesi yerine kullanmayı tercih etmişler. Bana göre bu durum mesleki örgütlenmeye verilen kıymeti çok iyi ifade ediyor. Yazık. İçlerinden birileri imla kılavuzuna bakmayı dahi akıl edememiş, ya da arkadaşlar bu ifadenin doğrusu fotoğraf diyememiş.
İsmail’in yorumu üzerine yazıya devam edelim. Profesyonel tanıtım fotoğrafçılarımızın, mahallelerde bulunan diğer profesyonel fotoğrafçılara bakışlarından ve küçümsemelerinden bahsetmiş ki çok doğru bir ifadedir bu. Tanıtım fotoğrafçıları sanki profesyonel olan bir tek kendileriymiş gibi düşünürler ve tavırları da öyledir. Ve ben dahi onlardan biri olmama rağmen düğün fotoğrafçılığı ile ilgili tavrımdan dolayı bana da şöyle bir tepeden, küçümseyerek bakarlar çoğu. (tabiki beni tanıyanların dışında çok iyi tanımayanlar ve benim tanımadıklarım) Halbuki gerçekten de durum İsmail’in dediği gibidir. Tanıtım fotoğrafçılarının önemli bir kısmı evlilik ve özel gün fotoğrafçılığını, birincisi küçümsediklerinden; ikincisi her fotoğrafçının yapamayacağı bir iş olduğundan yapmazlar. Çünkü bu iş tekrarı olmayan ve hatasız çalışmayı gerektiren bir iştir. Ve böyle bir işte başarısız olmak tüm kariyerini etkiler. Bu sebepten de dünyada çok önemli olan, tek başına bir alan olan “wedding photography” (düğün fotoğrafçılığı ) kavramı Türkiye’de hala oturmamıştır. Bununla ilgili fotoğraf Dergisindeki bu ayki sayıda (Nisan 2006) bir makalem var, isteyenler okuyabilir.Hala düğün fotoğrafçılığı deyince insanların aklına mekanda servsi yapılan expres fotoğraflar gelir. Bu “foto”cular açısından da böyledir. Onları ilgilendiren İyi ve güzel fotoğraf çekmek değil; bir kareye ne kadar çok insan doldurursa o karenin satış tirajının o kadar yüksek olacağıdır. Gerçekten sektörün bunun gibi binlerce sorunu var, hangisini yazayım… Ahlaki, mesleki etik, yaptığı işe saygısızlık, sahtekarlık, riyakarlık, birbirini kötüleme vb…
Sakın bunları eleştiri olarak görmeyin ben de bu sektörün içindeyim.Yıllardır PTFD (Profesyonel Tanıtım fotoğrafçıları Derneği) toplantılarında mesleki örgütlenmenin gereğini ve yapılması gerekenleri ısrarla söylerim. Türkiye’deki tüm fotoğrafçıların (tanıtım fotoğrafçısı, vesikalık fotoğrafçısı, düğün fotoğrafçısı, portreci, vs.) tek bir çatı altında örgütlenmesi gerektiğini, eğitim kurumları ile sürekli iletişim içerisinde olunması gerektiğini, okullardan mezun olacak fotoğrafçı adaylarına bu çatı altında bilgi verilmesini ve denetlenmesi gerektiğini vs. bir sürü şey öneririm. Ama işe yaramaz. Çünkü herkes kendini düşünür. Bununla ilgili yapılacak şeylerin kendine de uzun vadede fayda sağlayacağını bir türlü anlamak istemezler. Ama gerçek aynen öyledir. Örgütlü ve ne yaptığını bilen bir fotoğraf kuruluşuna -adı ne olursa olsun- her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Tıpkı Berberler Federasyonu, ya da Grafikerler Meslek Kuruluşu ya da Reklamcılar Derneği gibi.
Toplam sektör büyüklüğünü düşündüğünüzde fotoğrafçılar berberler kadar olamamışlar. Halbuki, sadece bir kentimizdeki fotoğrafçıların toplam yatırımı, Türkiye’deki bütün berberlerin yatırımından fazladır. İşin eğitim tarafına baktığınızda da yaklaşım alaturkalıktan öte gitmez. Okullarda portre fotoğrafçılığı dersi vardır ama, programlarında, portrenin en önemli bölümü olan evlilik ve özel gün fotoğrafçılığı ile ilgili bırakın pratiği, teorik olarak dahi bir şey yoktur. Adı bile geçmez.. Zannedersiniz bu alanın varlığının tartışılması bile görünmeyen gizli pazarlıklarla yasaklanmıştır. Her hangi bir okullu bu sektörde çalışamaz.
Çalışırsa da afaroz edilir. Aynen İsmail’in yazdığı gibi gerçekten de görmezden gelinir. Bırakın düğün fotoğrafçılığı konusunda uygulama veya ders konusu olmamasını; bu okullardan mezun olan öğrencilerin hayatlarını bu işte kazanacakları dahi varsayılmaz. Okulların hiç birinde ticari fotoğraf işletmeciliğinin lafı bile edilmez. Halbuki bu konu kendi başına hem de ciddi bir zaman ayırarak öğretilmesi gereken bir konudur. Vergi sisteminden, ticari ahlaka; personel istihdamından, müşteri ilişkilerine; mesleki standartlardan, bir işin doğru bütçelendirilmesine kadar bütün detayları ayrı ayrı öğrencilere öğretilmesi zorunlu olmalıdır. Ama ne yazık ki bu yapılmaz. Çoğu okulda staj zorunluluğu dahi yoktur. Sonra da öğrenci mezun olup piyasaya çıktığında sudan çıkmış balık gibi ortada kalır. Standart, sıradan bir fotomodel, fotoğrafçıdan iyi para kazanıyor diye de hayıflanırız sonra da. Ya da hava çekimine giderken helikopterin saat ücretinin altında kalan çalışma ücretlerine kızarız.
Yanlış anlaşılmasın.. Burada çok değerli hocalarımı değil sadece mevcut sistemi eleştirmeye çalışıyorum. Çünkü okulların müfredatları gereklere göre belirlenmez. Yukarıda biri yazar, okul da uygular. Bu yüzden İsmail’in dileklerine ve umutlarına katıldığımı belirtirken de; ondan daha öncelikli ve acil sorunlarımızın olduğunu şöyle kısaca üzerinden geçerek biraz da bir yerlere dokundurarak yazmakta sakınca görmüyorum.
Gerçekten de Türk Fotoğrafına katkı yapmayı amaçlayan kurumların, fotoğrafı değerlendirirken temelleri sağlam bakış açısı ortaya koymaları gerekililiğinin altını ben de hem de kalın kalın çizerek yazımı bitiriyorum.
Kalem, kelam ve selamla..